27 Mart Dünya Tiyatro Günü yaklaşırken tiyatromuzun 11 kült eserini sizler için listeledik…
Batılı tarzdaki Türk tiyatrosu, 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile Osmanlı Devleti’ndeki Batılılaşma hareketi neticesinde Türk toplumunun hayatına girdi. Bununla beraber önceleri geleneksel tiyatro ile var olan Türklerdeki tiyatro kültürü, batı etkisi ile daha da zenginleşti.
Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” isimli eseriyle başlayan bu süreçte, Türk tiyatrocular tarafından dünyada nam salan nice eser yaratıldı. Bu dönemde ortaya çıkan ve farklı sahnelerde yüzlerce kez sergilenerek klasikleşen Türk tiyatrosunun 10 eserini sizler için derledik…
Lüküs Hayat
Muhsin Ertuğrul, 1930 yılında ödenek ve seyirci azlığı nedeniyle kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan İstanbul Şehir Tiyatroları’na seyirci ilgisini müzikal oyunlar ile çekmeyi düşündü. Bunun üzerine Ekrem Reşit Rey tarafından yazılıp Cemal Reşit Rey tarafından bestelenen “Lüküs Hayat” ilk defa cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarının yapıldığı 1933 yılında sahnelendi. Türk tiyatrosunun klasik eserlerinden birisi olan operet, 1946 yılına dek İstanbul Şehir Tiyatrolarınca 23 yıl aralıksız büyük bir seyirci kitlesi tarafından sevilerek izlendi.
Türk toplumunun Batı ile yüzleşmesi ve bu çerçevede yaşanan gülünçlükleri konu eden eser, varoş mahallelerinde küçük hırsızlıklarla geçinen Rıza ile Tevfik’in, bir zenginin evine hırsızlık için girmeleri ve ardından Rıza’nın bu evde kendini lüks hayat cereyanına kaptırması üzerine yaşadıkları komik olayları ele alıyor.
1958’de Zeki Alpan, 1962 yılında da Muammer Karaca tarafından tekrar sahneye konulan eser, 1985’te İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yeniden sahnelenmeye başladı. 1950 yılında Ömer Lütfi Akad tarafından filme alınan eser, 1973 yılında Haldun Dormen tarafından televizyon için yeniden filme alındı. Oyunculukları ve yönetmenliği ile Lüküs Hayat’la özdeşleşen isimler, Haldun Dormen, Suna Pekuysal ve Zihni Göktay’dır.
Cibali Karakolu
Henri Keroul ve Albert Barre’nin yazdığı, Refik Kordağ ve Muammer Karaca tarafından Türkçe’ye çevrilen Cibali Karakolu, 1951 yılında Muammer Karaca’nın kurduğu Muammer Karaca Tiyatrosu’nın açılış oyunu olarak oynandıktan sonra Türkiye’nin en uzun süre afişte kalan oyunu oldu.
1966 yılında beyaz perdeye de aktarılan oyun, öğrenilmiş kadın erkek ilişkileri başta olmak üzere, paranın ilişkilerdeki etkisi, çeşitli kurumlardaki eksikliklerin neden olduğu yetersizlik, toplumsal ve politik yaşama dair eleştirilerle biçimlenen oyun, güldürmek kadar yeniden cevaplanması gereken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. 1980’li ve 1990’lı yıllarda Nejat Uygur tarafından tekrar sahneye kondu. 2014-2015 tiyatro sezonunda İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu tarafından sahneye konuldu.
Kanlı Nigar
Geleneksel Türk Tiyatromuzun en önemli figürlerinden biri olan Kanlı Nigar günümüze kadar en yalın haliyle gelen nadide eserlerden biri.
Sadık Şendil’in yazdığı Kanlı Nigar’ın ilk sahnelenmesi, başrollerinde Münir Özkul ve Altan Karındaş’ın rol aldığı bir yapımla gerçekleşti. 1968 ve 1981 yıllarında filme alınmış iki ayrı sürümü de bulunan eser, geçmişin masal zamanı dışında, kadın-erkek ilişkisini, kadının fendini, kadınca intikamı, kadınların yeri geldiğinde birbirlerine karşıt duruşlarını, ancak aynı amaç söz konusu olduğunda nasıl birleşebildiklerini konu ediyor.
Fakir bir ailenin kızı olan Nigar zengin şımarık bir ailenin yanına hizmetçi olarak verilmiştir. Aksaray’da ki yangında evi yanan Nigar, Sermaye kızları ile kiralık ev aramaktadır. Saka Abdi aracılığı ile İstanbul’un temiz bir mahallesine şirin bir konağa taşınır. Konağın sahibi Agâh Efendi, Nigar’ın soylu bir aileden gelen namuslu dul bir hanımefendi olduğunu sanmaktadır. Oysa o nice canlar yakmış nice ocaklar söndürmüş doğru basmaz çil horozun kızı cihan yandı Kanlı Nigar’dır. Nigâr’ın eski müşterilerinden mahallî tipler eve gelmeye başlarlar. Alacaklıları çok geçmeden Nigar’ın izini bulacaktır.
Yaşamı boyunca erkeklerden çok çekmiş olan Nigâr, tanıştığı adamlara çeşitli tuzaklar kurar. Onları zor durumlara sokarak eğlenir. “Kadının fendi erkeği yendi!” düşüncesi, dramatik bir işlemeyle ön plana çıkarılır.
Yedi Kocalı Hürmüz
Tiyatro yazarlığında da en az sinemada olduğu kadar başarılı olan Sadık Şendil’in bir diğer oyunu “Yedi Kocalı Hürmüz”, beyaz perdeye de aktarılan, Türk tiyatrosunun kült eserlerinden biri. Hürmüz’ün aynı anda idare etmeye çalıştığı kocalarıyla yaşadığı komik olayları izleyiciye aktaran oyun, birçok ünlü yönetmen tarafından defalarca sahnelendi.
Paydos
Cevat Fehmi Başkut tarafından kaleme alından Paydos, ilk kez 1947-48 döneminde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sergilendi. Başkut’un en sevilen eserlerinden olan Paydos, yurtdışında profesyonel olarak sahnelenen ilk Türk oyunu oldu. 1954’te Sami Ayanoğlu, 1968’de Ülkü Erakalın tarafından sinemaya uyarlandı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ekonomik bunalım içinde gelişen çarpık ilişkilerin genel ahlâk açısından çatışmasını konu alan Paydos, yurt içinde bir mevsimde 140 defa sahnelenirken, Atina Argiropulos Tiyatrosu’nda da 65 defa sahnelenmişti.
Keşanlı Ali Destanı
Haldun Taner’in yazdığı Keşanlı Ali Destanı, ilk kez 31 Mart 1964 tarihinde Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından Muammer Karaca Sahnesi’nde oynandı. 1970 yılına gelinceye kadar Türkiye’nin büyük kentlerinde toplam 493 kez sahnelenmesinin yanı sıra Avrupa’nın birçok şehrinde, Amerika’dan Lübnan’a birçok ülkede oynanarak Türk Tiyatro tarihinde kült bir eser haline geldi.
1964 yılında Atıf Yılmaz tarafından aynı adla sinemaya uyarlanan eser, 1988 yılında Genco Erkal tarafından bir mini dizi olarak televizyona uyarlandı. Eserin 2. televizyon uyarlaması ise 2011 yılı sonunda D Yapım tarafından Kanal D için yapıldı. 10 Aralık 2011’de yayına verilen dizinin yönetmenliğini Çağan Irmak üstlendi
Haldun Taner, “gecekondu ortamında bir kahramanlık mitosunun parodisi” dediği Keşanlı Ali Destanı’nda devlet gücünün ve kanunların değil de zorbalığın hakim olduğu gecekondu insanının hayatını konu alırken, çöken ahlak sistemi ve sosyal sorunlara başarılı bir şekilde vurgu yaptı.
Şair Evlenmesi
Tanzimat Dönemi yazarı İbrahim Şinasi tarafından 1859’da yazılan, Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde tefrika edilen ardından kitap olarak basılan Şair Evlenmesi, Türk edebiyatının batılı anlamdaki ilk özgün tiyatro eseri olma özelliğini taşır.
Türk edebiyatında geleneksel doğaçlama tuluat tiyatrosundan, metne dayalı tiyatroya geçiş bu eserle birlikte oldu. Klasik Fransız tiyatrosunun ve özellikle Molière’in etki ve izlerini de taşıyan eser, aynı zamanda geleneksel Türk tiyatrosunun da izlerini taşır.
Görücü usulüyle evliliğin sakıncalarını konu alan “Şair Evlenmesi” bir Töre Komedyası’dır. Batılı tutum ve davranışı, kılık ve kıyafetiyle pek sevilmeyen, eğitimli olmasına rağmen saf bir yapıya sahip Şair Müştak Bey, sevdiği Kumru Hanım’la, kılavuz ve yenge hanımlar aracılığıyla evlenmiştir. Nikah sonrasında kendisiyle evlendirilen kişinin, Kumru Hanım’ın çirkin ve yaşlı ablası Sakine Hanım olduğunu görünce önce bayılır sonra itiraz eder. Mahallelinin de işe karışmasıyla başına gelenleri kabul etme mecburiyetinde kalan Müştak Bey’in imdadına arkadaşı Hikmet Bey yetişir. Hikmet Bey’in mahalle imamına verdiği rüşvetle olay çözülür, yapılan hile sonuçsuz kalır.
Toros Canavarı
Aziz Nesin tarafından ilk olarak 1953 yılına öykü olarak yazılan Toros Canavarı, daha sonra 1965 yılında tiyatro oyunu haline getirildi. Aziz Nesin’in kendi ifadelerine göre, Toros Canavarı öyküden uyarlanmış bir oyun değildi. Aslında bir oyun özeti olarak önce öykü biçiminde yazıldı daha sonra oyun yapıldı.
Aziz Nesin’in kendi deyimiyle “kara gülmece” dediği Toros Canavarı, Nuri Sayaner adlı emekli bir vatandaşın ev sahibi, onun tuttuğu kabadayı, sistemin getirdiği sıkıntılar ve kendi aile bireylerinin arasındaki sıkışmışlığını, yalnızlığını anlatır. Emekli baba Nuri Sayaner ailesi ile yaşadığı evde zor durumdadırlar, ev sahibi Ziya bey onları haksız yere evden çıkartmak ister. Nuri Sayaner açtığı davayı kazanmış fakat onları evden çıkarma konusunda umudunu kesmemiş ev sahibi, üst kata gençlerden oluşan bir grubu, alt kata da başlarında Duman Osman adlı bir kabadayının bulunduğu sekiz kadını kiracı olarak getirerek aileye kötü günler yaşatır ve içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürükler. Bu durumu düzeltmek için ailesinin zoruyla karakola giden Nuri Bey hiç beklemediği bir durumla karşılaşır. Nuri Sayaner’in eve gelmemesinden şüphelenen aile gazetelerden onun meşhur azılı haydut ‘Toros Canavarı’ olarak tutuklandığını öğrenir ve bütün dengeler bozulur. Aile bu durumun sefasını sürerken, on bir aylık tutukluluk süresinden sonra gerçek suçlu ortaya çıktığı için tahliye edilen Nuri Sayaner, evine döndüğünde eşini, oğlunu ve kızını bıraktığı gibi bulamaz. Her şey değişmiş, evin içinde kendisinin yokluğunda başka bir düzen kurulmuş, eve dönüşü, evdekileri pek de mutlu etmemiştir.
Köşebaşı
Ahmet Kutsi Tecer’in kaleme aldığı “Köşebaşı” ilk olarak 1947 yılında Ankara’da sergilendi. Bir prolog, üç perde ve bir epilogtan oluşan eser, Rüstempaşa’da üç yol ağzının meydana getirdiği bir köşebaşında geçen olayları ele alıyor.
Yazarın açıklamasına göre: ” Köşebaşı bir hayat dilimidir. Eserin asıl kahramanı mahalledir. Eski bir mahallenin yirmi dört saatinden alınmış bir kesitle günlük yaşayışımızdan bir tablo… Orta oyununun tiyatro bakımından özellikleri bana Köşebaşı’nda ondan faydalanmayı ilham etti. Orta oyunu biraz da İstanbul demektir. Köşebaşı’nda Orta oyunu varsa bu da Rüstempaşa’nın İstanbul’da bir mahalle olmasından başka nedir?”
İstanbul Efendisi
İstanbul Efendisi, 1914 yılında Musahipzade Celâl tarafından kaleme alındı. İstanbul’un dönemsel bir portresinin çizilmeye çalışıldığı eser, Osmanlı’nın Lale Devri’nden sonraki gündelik yaşantısını ve sosyal ilişkilerini ele alıyor.
Bir “İstanbul efendisi” olan Savleti Efendi, kızı Esma’yı evlendirmek amacıyla bir damat adayı arayışına girer ancak kızının başka birini sevdiğini öğrenir. Kızının gönlüne yön vermek için cinlere, perilere bel bağlayan Savleti Efendi’nin gerek yöntemleri, gerekse Esma’ya âşık olan Safi Çelebi’nin çabaları karşısındaki tutumu, olayları trajikomik bir hale getirir.
Fehim Paşa Konağı
Turgut Özakman’a 1979 yılında Büyük Ödül kazandıran Fehim Paşa Konağı, 1908 yılında, 2. Meşrutiyetin arifesinde, Abdülhamit’in son günlerinde geçer.
Eski Kabadayı Rasim Baba’nın oğlu Yusuf gölge oyunuyla ilgilenmektedir. Bu durum Rasim Babayı rahatsız etmektedir. Oğlunun da kendisi gibi Fehim Paşa’ya bağlı ünlü bir kabadayı olmasını isteyen Rasim Baba, oğlunu Fehim Paşa’nın konağına götürür. Fakat Yusuf’un karagöz oynatıcısı olduğu öğrenilince, Rasim baba büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Oğlu Yusuf, konaktaki kadınları eğlendirmek için bizzat Fehim Paşa tarafından gölge oyuncusu olarak görevlendirilir. Bir de üstüne Yusuf, Fehim Paşa’nın kızına âşık olunca büyük siyasi karışıklıkların, iktidar kavgalarının ortasında eğlenceli bir olaylar dizisi gelişir.