
Yazar Özgür Mumcu ile İstanbul Kitapçısı Kadıköy şubesinde keyifli bir sohbette buluştuk; merak ettiklerimizi sorduk.
“Dünyalılar”da toplumsal ve politik atmosferi bir bilim kurgu metaforuyla ele alıyorsunuz. Bu iki katmanı bir arada kurgularken sizi en çok zorlayan ya da heyecanlandıran şey neydi?
Benim bilim kurguyu kullanmaktaki amacım toplumsal ve sosyal olaylar hakkında, insanlık hâli hakkında söyleyeceklerimi söylemek için ya da bu konuda fikir egzersizi yapmak içindi. Ben ikisini, toplumsal olanla siyasal olanı çok ayırmıyorum birbirinden. O sebeple zaten romanda yer alırken bunların birbirleriyle bütünleşik olmalarına dikkat etmeye çalıştım.
Kitapta “öteki” kavramı çok güçlü olarak işlenmiş. Sizce bugün Türkiye’de ya da dünyada insanlar “dünyalı” gibi hissettiğinde en çok hangi durumlarla karşılaşıyor?
Medeniyetin ilerlemesiyle ve doğadan kopmamızla birlikte, insanların dünyalı gibi hissettiğinden çok emin değilim çünkü dünyadaki diğer canlılardan, varlıklardan farklı, izole bir konumdayız. Bence kendimizi dünyalı gibi hissetmemiz için doğayla daha bütünleşik olmamız lazım. İnsan evladının kibri sebebiyle dünyalı kavramından giderek uzaklaşıyoruz gibi geliyor bana.
Roman, karakterlerin kendi dünyalarını sorgulamasını sağlıyor. Sizce bir kişinin kendi hayatını sorgulaması için en kritik tetikleyici ne olabilir?
Bu kişiden kişiye çok değişebilecek bir şey tabii ki ama muhtemelen belli bir süreç içerisinde özümseyerek olmazsa travmatik bir şekilde olur. Tabii ki roman da, kişiler de bu meseleden doğal olarak çok etkileniyorlar ama toplumsal olarak da travmatize edici ve tetikleyici bir olayın, yani uzay gemisinin düşmesi gibi bir olayın hem kişisel olarak hem toplumsal olarak insan psikolojisinde ve sosyolojisinde neler yaratabileceğini ele almaya çalıştım.
Kitaptaki “öteki” kavramı üzerinden düşünürsek, sizin hayatınızda veya mesleğinizde kendinizi “dünyalı” gibi hissettiğiniz anlar oldu mu?
Aslında en çok, insanlığın çoğunluğunu ilgilendiren büyük terör saldırısı, büyük doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi durumlar karşısında kendimi “dünyalı” gibi hissediyorum. Çünkü herkesin başına geliyormuş gibi oluyor o zaman.
Köşe yazarlığınızda veya podcast üretirken gözlemlediğiniz sıra dışı deneyimlerden herhangi birini anlatır mısınız ve romanın kurgusunda bu yaşadığınız şey kendini gösterdi mi?
Sıra dışı birçok olayla karşılaşılıyor ama aslen romanda, tekil bir hadiseden ziyade; köşe yazısı ya da podcast üretiminde araştırdığım konular ve değindiğim meselelerin hepsi, romanda kendine bir şekilde yer buluyor.
Son olarak İstanbul Kitapçısı ile ilgili bir notunuz, bugünkü etkinliğimizle ilgili yorumunuz var mı?
İstanbul Kitapçısı, kamusal alanın çok güzel bir kullanım örneği bence. İnsanların üçüncü mekânlara çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda, dijitalleşmenin ve yalnızlaşmanın arttığı zamanda hem kültür üretimi hem de kültür bazında insanların bir araya gelebileceği, İstanbul’un çok önemli bir yerinde kamusal bir alanın kamusal amaçlarla çok işlevsel bir şekilde kullanıldığı bir örnek olduğunu düşünüyorum.