Shantel: “İstanbul benim için henüz gösterime girmemiş bir filmin soundtrack’idir”

İstanbul’un dört bir yanını müzikle buluşturan İstanbul Kavuştayı kapsamında, 26 Mart’ta Çatalca Cumhuriyet Meydanı’nda sahneye çıkan Shantel ile müziğe ve İstanbul’a dair keyifli bir sohbette bir araya geldik.

Kendinizi “çapraz geçiş sanatçısı (crossfade artist)” olarak tanımlıyorsunuz. Bunu müzikal anlamda yaptığınız kültürlerarası bir yolculuğa bağlayabilir miyiz? Kendinizi “keşfetme” yolculuğunuz devam ediyor mu? 

Benim tüm ailem “çapraz geçiş (crossfade)” üzerine kurulu, kişisel hikâyem tamamen çeşitlilikle ilgili. Bu yüzden benim müziğimin bir nevi “çeşitliliği dinleyin” çağrısı olduğu söylenebilir. Yoksa amacım asla egzotik bir şeyler yapmak değil. Kendi kimliğim ve ailemin kökleri üzerine çokça araştırma yaptım, ama bunu milliyetçi bir eğilimle yapmış değilim. Milliyet kavramına inanmıyorum. Milliyetin tarif ettiği türden bir topluluğa ait olmak istemiyorum. Belki beni naif birisi olarak görebilirsiniz, ama ben kendi soru işaretimin yurttaşıyım. Bir sanatçının kendisini ve sanatını sürekli yenilemesi ve tazelemesi iyi bir şeydir. Bunun yolu kendi konfor alanını terk etme cesaretini göstermekten ve risk almaktan geçer. Belki de nihai kertede rock’n’roll tam da bu demektir.

Eserlerinizin bu denli geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmasının sırrı sizce nedir?

Ben aşırı duygusal bir karakterim. Duygular hayata karşı belli bir tavır geliştirmeye yol açarlar. Bu yönüyle müzik evrensel bir dildir, çünkü duygulara hitap eder. Müziğimi Rio de Janeiro, Berlin ya da İstanbul’da icra etmek arasında benim için hiçbir fark yok. Benim müziğim alışılagelmiş ana akım içinde yer almasa da insanların ortak hisler geliştirmelerine kapı aralayan bir dokuya sahip. Hem geleneği hem de moderni, hem analoğu hem de dijitali seviyorum. Kısaca, az evvel de vurguladığım gibi, risk almayı seviyorum.

“Müzik bestekâr için hayat boyu devam eden bir meydan okumadır.”

Müziğin “sınırları aşan, evrensel olma” özelliğine vurgu yapan en net örnekleri sizin eserlerinizde görmek mümkün. Aynı zamanda geçmişin heterojen kültür miraslarını eserleriyle günümüze taşıyan bir sanatçı olarak sizce müzik sanatını zamanın ve tarihin ötesinde kılan şey nedir?

Geleneksel müzik her zaman benim sanatsal üretimimi tetikliyor. Esasen geleneksel olmayı hiç de istemeyen biri olmama rağmen bu böyle. Bu işte bir sır var. İnsanların doğum ve ölüm gibi büyük hadiseler karşısında kültür farkları ne olursa olsun ortak hisler taşıdığını düşünüyorum. İnsanlığın ve medeniyetin en üst seviyesini teşkil eden müzik ve sanatın diğer dalları hep bu evrensel duyguları tema olarak işler. İşte bu yönüyle müzik tarihin, zamanın ve mekânın ötesindedir. Bir başka deyişle, müzik bestekâr için hayat boyu devam eden bir meydan okumadır. Kişisel olarak benim bu maceranın hangi aşamasında olduğumu soracak olursanız, henüz başlangıcında olduğumu söylemem gerekir.

Üretim sürecinizi tetikleyen şeyler nelerdir? Müzikal anlamda nelerden ilham alırsınız?

Benim için besteleme sürecinin en başında bir hikâye vardır. Ses, armoni ve melodiler daima bir kısa hikâye eşliğinde bana gelir. Bu bir nevi bilgi gibi düşünülebilir. İşte o hikâye, içimdeki bestenin açığa çıkışını tetikler. Ben şarkılarım aracılığıyla bana ilham edilen o hikâyeyi kendi müzikal cümlelerimle anlatmak istiyorum. Bu istek içimdeki ateşi körüklüyor. Biz müzisyenler, sözlü olmayan bir dille konuşan hikâye anlatıcılarıyız. Bir müzik parçasını ya da şarkıyı dinlediğimde, dilini anlamasam bile kendimi evimde hissederim.

“Anadolu’nun yerel sesleri öylesine tanıdık geliyor ki! Hiçbiri benim için egzotik değil, bilakis çok aşina sesler”

Türk müziğinin sizin yaratıcılık süreciniz üzerinde ne tür etkileri var?

Kültürler arası etkileşimi açıklarken sıklıkla başvurulan Eritme Potası ve Salata Kâsesi benzetmesine atıfta bulunarak şöyle cevap verebilirim: Sanatımın Türk müziğiyle olan etkileşim süreci tamamen bir ‘eritme potası’ örneği! Özellikle İzmir’in müzik tarihi ile yakından ilgileniyorum ve çoğunlukla oradan ilham alıyorum. Bildiğiniz gibi İzmir bir zamanlar birçok farklı kültürün iç içe yaşadığı bir şehirdi. Şehirde Müslüman Türklerin yanı sıra büyük bir Yahudi, Ermeni ve Rum nüfusu yaşamaktaydı. Bu kültürel zenginliğin ve çeşitliliğin izlerine halen eski şarkılarda rastlamak mümkün. Anadolu’nun yerel sesleri ve farklı hikâyeleri bana öylesine tanıdık geliyor ki! Hiçbirisi benim için egzotik değil, bilakis çok aşina sesler. O şarkıların hipnotik vuruşlarını ve tonalitesini seviyorum. Bence bu müzikal özellikler çok dikkat çekici ve kulağa gayet modern geliyor.

Eserlerinizde İstanbul’un yeri nedir diye sorsak, neler söylerdiniz? Kültür ve sanatın odağında İstanbul sizin için ne ifade ediyor? 

İstanbul’da kendimi her zaman ikinci evimdeymiş gibi hissederim. Bu şehir için mükemmel bir soundtrack üretmek istiyorum. Bu benim içimdeki çok kuvvetli ve tarifi zor bir his. Belki şöyle diyebilirim: Uzun bir seyahatten sonra dönüp İstanbul’a geldiğinizde yine aynı güzelliği görüyor ve kokluyorsunuz, şehrin içinde barındırdığı tüm zıtlıkları, zengin kültürü ve kaosu deneyimliyorsunuz. Bu şehir hiç uyumayan bir şehir ve sürekli bir değişim ve hareket içinde. İşte ben bunun bir parçası olmalıyım. Müziğin mükemmel bir kültür elçisi olduğunu düşünüyorum. İstanbul benim için henüz gösterime girmemiş bir filmin soundtrack’idir.

Şehrin dört bir yanına yayılarak meydanları bir konser atmosferine dönüştüren İstanbul Kavuştayı serisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Pandemiden sonra ufkumuzda birçok yeni imkân belirdi. Dış mekânlar yeni cazibe alanı haline geldi. Açık hava mekânlarında düzenlenen festivaller, pop-up club’lar vs. tüm dünya şehirlerinin meydanlarını sarmalı. Kültür ve müzik, şehir cangılının tam orta yerinde konumlanmalı. Böyle bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. Geçmişte pek çok kez ben de küçük köylerin ana meydanlarında müzik icra ettim. Öylesi konser geceleri her zaman en güzeli oluyor. İnsanlar gece kulüplerinden yorulmuş olabilirler. Yerli insanların evlerinden çıkıp katılabileceği mahalle aralarında bu türlü görsel şölenleri yaygınlaştırmalıyız. Her mahallenin ve beldenin sakinleri de bu harekete katılmalı. Bu değişim ve dönüşüm dalgası herkes için yepyeni bir meydan okuma olacak. Ama gayet olumlu yönde ve büyük bir etki doğuracak olan bir meydan okuma!