360 derece projection mapping sistemi ile tarihin sanat ve teknolojiyle buluştuğu Şerefiye Sarnıcı, ziyaretçilerine yepyeni bir gösterim sunmaya hazırlanıyor.
Dünyanın 360 derece projection mapping sistemininin entegre edildiği en eski yapı olan Şerefiye Sarnıcı, ziyaretçilerine sıra dışı bir müze deneyimi yaşatmaya devam ediyor. Bin 600 yıllık tarihin sanat ve teknolojiyle buluştuğu atmosferde ziyaretçilerine büyüleyici bir deneyim sunan sarnıç, yakın zamanda ziyaretçilerini yepyeni bir mapping gösterimi ile karşılayacak. Yeni gösterimin başlangıç tarihi ilerleyen günlerde duyurulacak.
Yılın en deneyimsel ve sürükleyici projesi seçilmişti
İBB Kültür AŞ’nin proje partneri TUCE Investment ve medya prodüksiyon şirketi Project İstanbul tarafından hazırlanan Şerefiye Sarncı video mapping projesi “Experiential & Immersive Project / Deneyimsel & Sürükleyici Proje” dalında en iyi çalışma seçilerek Platinium Muse Award’a layık görülmüştü.
Uluslararası ajanslardan, yaratıcı tasarımcılar ve sanat yönetmenleri, mimarlar, moda tasarımcıları, iç mimarlar, ürün tasarımcıları, eğitimciler, işletme sahipleri olmak üzere alanlarında deneyimli üst düzey profesyonellerden oluşan jüri üyeleri tarafından yılın en deneyimsel ve sürükleyici projesi seçilen Şerefiye Sarnıcı 360 Derece Mapping Projesi, 9 dakika 40 saniye uzunluğunda ve mekânın tarihsel dönüşümünü anlatıyor.
Bin 600 yıllık tarihi, yıllara meydan okuyan görkemi ve estetiğiyle unutulmayacak bir deneyim sunan Şerefiye Sarnıcı, çok yakında İstanbul’da suyun izinin sürüleceği yeni mapping gösterisini ziyaretçileriyle buluşturacak.
Su medeniyetinin hikâyesi çok yakında Şerefiye Sarnıcı’nda!
Her şey su ile başladı…
Su, önce doğaya can verdi… Sonra insana hayat…
Su bütün inançlarda kutsal kabul edildi, hayat ve şifa kaynağı sayıldı. Tarihin tüm kadim medeniyetleri su kaynaklarının yakınına kuruldu. Su nasıl kentlere hayat verdiyse, kuvvet, bereket, güzellik sembolleri ile gösterilen nehir ve deniz tanrıları insanların ruhunu besledi…
İstanbul için su, bolluk bereketin yanı sıra açlık ve yokluğu da çağrıştırıyordu…
Üç tarafı denizle çevrili olmasına karşın tatlı su kaynakları bakımından çok zengin olmayan İstanbul MÖ 657 tarihinde Megaralılar tarafından kuruldu. Yunanistan’dan gelen Megaralılar, Sarayburnu’nun bulunduğu yere yerleşip bu bölgenin çevresini surla çevirip, yeni vatanlarına kurucularının adını verdiler.
Byzantion adlı bu şehir 73 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlandı. Hristiyanlığı kabul eden ilk Roma imparatoru l. Konstantin, 330 yılında başkent yaptığı bu şehrin ismini Konstantinopolis olarak değiştirdi.
Hem Roma hem de Bizans döneminde kilometrelerce uzak yerlerden su kemerleri ile İstanbul’a getirilen sular, o kadar değerliydi ki Askerler ile korunuyordu. Halkın su ihtiyacını bu sayede karşılanıyor ve şehri koruyan surların önündeki hendeklere de dolduruluyordu.
Borularla yapılan taşıma sırasında farklı yükseklikteki yerler arasında suyun akışını sağlamak için su kemerleri yapılmıştı. Su kemerlerinin en önemlisi İstanbul’da 4.yy’da Bizans İmparatoru Valens tarafından yaptırılan Valens Su Kemerleri’ydi.
Bu sistemle taşınan sular, Bizanslılar döneminde yapılan Binbirdirek, Theodosius, Yerebatan, Zeyrek gibi büyük sarnıçlar ile önemli binaların, sarayların, kiliselerin bodrumlarında toplanıyordu. Su ihtiyacı bu şekilde karşılanırken, halkın ruhsal ihtiyaçları da ayazmalardaki sular ile besleniyordu.
Lakin Osmanlılar ile birlikte bu şehrin yalnızca adı değil, kültürü, mimarisi ve kolektif bilinci de değişti. Osmanlılar’ın akan suları tercih etmesi nedeniyle açık sarnıçlardaki durgun sular şehrin bostanlarında ve bahçelerinde kullanıldı.
Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde Roma ve Bizans kemerlerinden yararlanıldı ama 1563 yılında şiddetli yağmurla bu kemerlerin önemli bir bölümü çöktü. Çöken kemerler Mimar Sinan’ın dehasıyla yeniden inşa edildi ve devletin su yolları islah edildi.
Suyun var ettiği, zengin kıldığı ve arzu nesnesine dönüştürdüğü bu güzel şehirde fetihle birlikte su yepyeni bir anlam kazandı. Susuz bir insana bir tas su vermenin yıllarca oruç tutmakla eş değer olduğu kabul edilen İslam ile kent sakinlerinin su ile ilişkisi de değişti. Her biri ayrı bir öykü barındıran çeşmeler her mahalleye inşa edildi.
“Ve her şeyi sudan canlı kılıp hayat verdik” gibi çeşmelerin üzerine yazılan ayetler, kuş sulukları, camilerin avlularında bulunan şadırvanlar, soğuk çeşmeler ve daha nicesi… 1930 yılı Mart ayı itibariyle, resmi olarak İstanbul adını alan bu kadim kent, suyun bir araya getirdiği köklü bir kültürün şehridir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği gibi Bizans’la doğan, Osmanlı’yla yoğrulan, Cumhuriyet’le birlikte ise gerçek kimliğine kavuşan İstanbul “Bizim tarihimizin, uygarlığımızın özetidir.”
İstanbul, büyük kıyametler ardından küllerinden doğan, kültürünü su ile zenginleştiren, harmanlayan, çok kültürlü yapısı ile diğer başkentlerden farklılaşan güzel şehir.
İstanbul iki kıtayı birbiri ile kavuşturan, sanata ilham ve sahne olan, tarihe şahitlik eden şehir.
İstanbul, bir su medeniyeti!