Sayfalara sığmayıp hayatımıza karışan hikâyelerle, olmasa duygularımızın tarifsiz kalacağı şiirlerle geçmişten günümüze aşkın bin bir hâlini anlatan kitaplar, İstanbul Kitapçısı şubelerinde %20 indirimli!
14 Şubat Sevgililer Günü’ne özel olarak başlatılan “Senin Aşk Kahramanın Hangisi?” kampanyası için özel olarak seçilen 20 aşk kitabı, 13 ve 14 Şubat tarihlerinde %20 indirimle kitapseverlerle buluşacak.
İndirimli kitaplar İstanbul Kitapçısı’nın tüm şubelerinde kurulan “Sevgiye İhtiyaç Duyduğunda Camı Kır” noktalarında sizi bekliyor.
Kampanyaya dahil olan kitaplar
Dünya edebiyatındaki en büyük aşk hikâyelerinden: Anna Karenina
“Sadece kendini unutmak ve başkalarını sevmek gerektiğini ve o zaman huzurlu, mutlu ve güzel olabileceğini Varenka’ya bakarak anlamıştı.”
Tolstoy’un ikinci büyük romanı Anna Karenina, Rusya’da kapitalizm ve burjuvazinin yükselmeye başladığı bir dönemde (1870’ler), karakterin, toplum karşısında alenen yaşamaktan çekinmediği yasak aşkını anlatır; eserde, Anna’nın ahlak kurallarına ters düşen bu tutumu, toplumsal vicdanı tatmin için cezalandırılmka adına, trajik bir sonla noktalanır. Anna aslında, ahlak kurallarına karşı çıktığı için değil, dönemin yüksek sosyete ve burjuvazisinin ikiyüzlülüğüne benzer şekilde davranmadığı için cezalandırılmıştır.
Aşk hikâyesiyle örülü toplumsal bir eleştiri: Gurur ve Önyargı
“Şiiri hep aşkın gıdası olarak düşünürdüm.”
“Sağlıklı, güçlü, iyi bir aşk için doğru olabilir. Zaten güçlü olan bir şeye her şey iyi gelir. Ama eğer zayıf, cılız bir eğilimse tatlı bir sone açlıktan öldürür onu.”
Sadece kırk iki yıllık, gözden uzak ve sade yaşantısına karşın yazdıklarıyla “roman tarihinin ilk büyük (ve sahici) kültü” olmayı başaran bir 19. yüzyıl romancısıdır. Sayısız TV ve sinema uyarlamalarının yanısıra anketlerinin de gösterdiği üzere, yazarın 1813’de yayınlanan ikinci romanı Gurur ve Önyargı tüm zamanların en sevilen romanlarının başında gelir.
Hüzünlü bir aşk öyküsü: Kürk Mantolu Madonna
“Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum ‘Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum.”
Hüzünlü bir aşkı anlatan Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı, Türk edebiyatının en önemli romanlarındandır ve günümüzde hala çok satılan kitaplar arasındadır.
Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı: Eylül
“Ayaklarının altında çamurlanmış çürük yapraklara bakarak ‘Evet, her şey çürüyor; demek biz de çürüyeceğiz!’ diye düşündü. Demek ki çürüyecekti, o da çürüyecekti! Böyle, hiçbir saadet gelmeden, daha henüz beklerken, bahusus hayatının nasıl gafil geçmiş olduğunu anladıktan sonra, artık bir şey de yapmak kabil olmadığını görerek, böyle çürümek, bitmek ona pek insafsızca, pek acı geliyordu.”
Romanda, Suad, Süreyya ve Necib üçlüsü arasındaki aşk-sadakat-evlilik üçgenini konu alan Eylül, edebiyatımızın klâsikleri arasındadır.
Realizm akımının ilk ve en önemli örneklerinden biri: Madame Bovary
Roman iyi kalpli ama bir o kadar sıradan bir doktor olan “Charles Bovary’nin yüksek idealleri ve aşırı bir lüks tutkusu olan romantik karısı Emma Bovary’nin, yaşamının sıradanlığından kurtulmak için girdiği durumları ve yaşadığı çeşitli gayrimeşru aşk ilişkilerini konu alır. Charles, Emma’nın hayalini kurduğu aşkı yaşatabilecek bir koca ve sevgili olmaktan uzak bir karakterdir. Emma için Charles hayatındaki bütün sıradanlıkların sebebidir. Çünkü o lüks bir hayat, şatafatlı bir ömür ve ideal bir aşkın peşindedir. Roman Madam Bovary’nin inişli çıkışlı, çelişkili aşklarını ve hayatını konu almaktadır.
İnsanlık denizine yelken açan öyküler: Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri
“Otuz ikilik mum boya takımım yanımda olsa, her şeyin resmini baştan yapabilirim belki. Bu hayata nasıl yazılmak istiyorsam, öyle çizerim kendimi.”
Duru, abartısız, akıcı dili, yaşamın içinden seçilmiş, şaşırtıcı ayrıntılarla zenginleştirilmiş konularıyla; hüzün ve duygusallıkla mizah ve ironiyi dengede tutmayı başaran kurgularıyla, Türk edebiyatı içinde kedine özgü bir yeri olan Yekta Kopan, Bu kitapta yer alan on öyküsüyle baba oğul ilişkisinden aile sorunlarına, aşktan arkadaşlığa, rüyalardan yazarlığa hepimizin içinde yüzdüğü insanlık denizine yelken açıyor.
Yaşamla ölümün yol ayrımında geçen çarpıcı bir öykü: En Son Yürekler Ölür
“Sen, tüm şatafatlı tanımlardan sıyrılıp en doğal halinle, yaramazlık yapan çocuklar gibi boynunu bükmüş, bağışlanmayı beklerken, ben sana aşık oldum Deniz…”
Canan Tan bu kez, aşk’ın yanı sıra organ nakli konusuna da dokundurmuş kalemini. Yaşamla ölümün kıyasıya savaştığı yol ayrımında geçen çarpıcı bir öykü. Yanı başımızda yaşanıyormuşçasına gerçek…
Aşk ve tabiatın çocuk dikkat ve masumiyetiyle sunulduğu şahâne bir duygu tablosu: Cemile
“İşte şimdi burada, Villon’un, Hugo’nun, Baudelaire’nin Paris’inde, kralların ve devrimlerin Paris’inde, ressamların yüzyıllık Paris’i olmakla övünen her taşı ya bir tarihi, ya bir efsaneyi hatırlatan şu Paris’te Werther, Berenice, Antoine ve Kleopatra, Manon Lescaut, Education Sentimentale, Dominique, hepsi birdenbire gözümden düşüverdi. Çünkü ben Cemile’yi okudum. Roméo Juliette, Paolo ve Francesca, Hernani ve Dona Sol, artık bunların hiçbiri gözümde değil, çünkü ben ikinci dünya savaşının üçüncü yılı yazında, 1943 yılının o Ağustos gecesinde Kurkureu vadisinde bir yerde Zahire arabaları ile giden Danyar ve Cemile’ye, bunların hikâyesini anlatan küçük Seyit’e rastladım.”
– Louis Aragon
Aytmatov’a ilk büyük şöhretini kazandıran Cemile, bir çoklarınca en güzel aşk hikâyesi olarak değerlendirilmiştir. Cemile, aşk ve tabiatın çocuk dikkat ve masumiyetiyle sunulduğu şahâne bir duygu tablosudur. Ayrıca töre ve çevre şartlarının insan unsurlarıyla ilişkileri açısından da olağanüstü bir hikayedir.
Kadın hak ve özgürlüklerine sahip çıkan ilk romanlardan biri: Jane Eyre
Küçük yaşta öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Katı kurallarla yönetilen bir yatılı okula gönderilince, bu kez hayatın başka zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Okulda geçirdiği on yılın ardından öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester’ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester’a aşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir. Yazarı Charlotte Brontë’nin yaşamından izler de taşıyan roman, zorlu bir yaşam süren yapayalnız bir genç kızın güçlü bir kadına dönüşmesinin öyküsüdür.
Nefes kesici dizeleriyle okurlarının yüreğine dokunan şiirler: Hasretinden Prangalar Eskittim
“Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz kaldım,
Terketmedi sevdan beni”
Türk edebiyatının unutulmaz şairlerinden Ahmet Arif, en sevilen şiirlerinin bir araya geldiği Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı ile edebiyatseverlerin gönlünde taht kuruyor. İlk baskısı 1968 yılında yapılan şiir kitabı, yeni baskılarıyla yaklaşık 50 yıldır okur kitlesini genişletmeye devam ediyor.
Dünya edebiyatında bir klâsik: Romeo ve Jüliet
“Ah kavgacı aşk! Ah sevgi dolu nefret!
Ah hiçlikten yaratılan şey!
Ah ağır hafiflik, ciddi aptallık,
Güzel biçimlerin doğurduğu ucube kaos,
Tüy gibi kurşun, parlak duman, soğuk ateş, hastalıklı sağlık,
Her zaman uyanık bir uyku; aşk ne değilse tam da o!”
Stendhal’in en güçlü iki yapıtından biri: Kırmızı ve Siyah
Adam, ıslık çalarak ve omuzlarını oynatarak kasaya yaklaştı, Julien’e baktı. O anda, her zaman olmayacak şeyleri düşünen Julien’in aklına düello geldi. Yüzü sarardı, fincanı itti, kendine güvenen bir tavırla, rakibine büyük bir tavırla baktı. Rakibi, senli benli bir şekilde tezgâhın üstündeki kadehine içki boşaltırken, Amanda, gözleriyle Julien’e başını eğmesini işaret ettiğinde Julien, kızın dediğini yaptı. İki dakika boyunce yerinden kımıldamadı, sararmıştı ama kararlıydı, neler olabileceğini düşünüyordu yalnızca. Bakışları rakibini şaşırtmıştı, içki kadehini bir dikişte boşalttı, Amanda’ya bir şey dedi, iki elini uzun redingtonun yan ceplerine soktu, soluk alarak ve Julien’e bakarak bilardo masasına yaklaştı. Öfkeden çılgına dönen Julien ayağa kalktı, ama küstah olabilmek için nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu.
Turgut Uyar’ın seçme şiirleri: Göğe Bakma Durağı
“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım”
Genç Félix ve Madam de Mortsauf’ün tutkulu aşkı: Vadideki Zambak
“Aziz Felix, yasaların hepsi kitaplarda yazılı değildir, törelerin yarattığı yasalar da vardır, bunların en önemlileri ise en az bilinenleri olmaktadır. Hareketlerinizi, konuşmalarınızı, dış hayatınızı, toplum önüne çıkma, servete yaklaşma gibi durumlarınızı yöneten bu yasaların öğretmeni de kitabı da okulu da yoktur. Bu toplum yasalarına uymamak demek, toplumsal dünyaya hâkim olacak yerde, o dünyanın köleliğini kabul etmek demektir.”
Aile hayatında çeşitli zorluklar yaşayan bir genç olan Félix’in hayatında meydana gelen değişimlerden ve 19. yüzyıl Fransası’nda devrim sonrası hayattan bahseden Vadideki Zambak, Balzac’ın kendi deyimiyle en kusursuz romanıdır.
Çağdaş edebiyatın kült romanı: Muhteşem Gatsby
Yaz gelince Nick, Gatsby’nin pahalı arabalar, sürat tekneleri ve çılgın partilerle dolu dünyasına dalar. Fakat Gatsby hakkında ne kadar çok şey öğrenirse gerçeğin ne olduğu konusunda o kadar çok kuşku duymaya başlar; bunları Gatsby’nin kendisinden duymuş olsa bile. Gatsby gerçekten de Oxford Üniversitesinde mi okumuştur? Gerçekten bir savaş kahramanı mıdır? Bir zamanlar adam öldürmüş olabilir mi?
Akıllardan hiç çıkmayacak sarsıcı bir hikâye: Masumiyet Müzesi
“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.”
Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıldır çalıştığı harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor… Masumiyet Müzesi’ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengarenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz.
En zarif aşk öykülerinden biri: Beyaz Geceler
Rusya’nın St. Petersburg kenti Kuzey Kutbu’na o kadar yakındır ki, yaz mevsiminde iki ay boyunca bu şehirde neredeyse güneş batmaz. Beyaz geceler denilen bu çarpıcı döngü, kentin yüzlerce yıllık tarihi dokusuyla birleşince ortaya büyülü bir atmosfer çıkar. Hayalperest genç bir adamın kendini bu atmosfere kaptırması uzun sürmez. İş dışındaki tüm zamanını sokaklarda dolaşarak geçiren genç adam, sonunda çok güzel bir genç kıza rastlar.
Batılı anlamda ilk roman örneği: Aşk-ı Memnu
“Bu ilk aşk günahından sonra Bihter hastalanmış gibiydi, Behlül’ün odasından çıkınca hiçbir şey duymamıştı. Bütün hissini uyuşturan bir uyku içindeydi. Bir şey düşünmeyerek hep sükût etmek istiyordu. Yatağına girince hemen uyumuştu; fakat sabahleyin gözlerini açar açmaz, henüz yatağından kalkmadan, bütün o çirkin hakikati kendisiyle beraber uyanmış buldu. Demek bu sabah Bihter, her sabahkinden başka bir Bihter’di.”
Yıllarca tek taraflı yaşanmış bir aşkın ilanı: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
“… o gün beni tanımadığın için ilk kez acı duydum, senin tarafından tanınmamak, bu yazgıyı bütün bir ömür yaşadım ve onunla da öleceğim; tanınmamış, senin tarafından hâlâ tanınmamış bir şekilde.
O hayal kırıklığını sana nasıl anlatabilirim?”
60 yıllık bir aşk hikâyesi: Serenad
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar. 1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor. Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad’da Zülfü Livaneli’nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.