Sanatın birçok alanında ilki gerçekleştiren ve “İlklerin kadını” olarak bilinen, ilk Türk opera sanatçısı, bir primadonna, Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk soprano ve ressam Semiha Berksoy’u, O’nun hayatından notlara yer verdiğimiz yazımızla anıyoruz.
Semiha Berksoy, 24 Mayıs’ta İstanbul’da doğdu.
Heykeltıraş ve ressam annesi Fatma Saime Hanım ile maliye katibi ancak güzel sesli ve şair babası Ziya Cenap Bey’in sanatından elbette ki beslenecekti.
“Bende sanatla ilgili ne varsa annemle babamdan aldım”
Semiha Berksoy
İlk gerçeküstü hikayelerini ilkokuldayken yazdı. Bu hikayeleri resmetmeden yapamıyordu.
Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim alan Berksoy aynı zamanda Namık İsmail Atölyesi’nde resim eğitim aldı ve sanatçı hayatı boyunca hem operayı hem de resim yapmayı hiç bırakmadı.
Resimlerim hayatımı yansıtıyor. Ne hissediyorsam onun resmini yapıyorum. Kiminde çocuk gibiyim, kiminde melek, kiminde şeytan… Melekliğim, karşılık beklemeden sevmemden geliyor. Sevince, melekleşiyorum, sevince çocuk saflığına kavuşuyorum… Şeytanlığım ise, sevdiğimi bırakıp gidebilmem. Sanatım için çekip giderim, gidebilirim… Bana şeytanlığı yaptıran sanat aşkı.
Semiha Berksoy
Sanatçı, William Shakespeare’in “Hırçın Kız” yapıtındaki “Kate” rolüyle, Muhsin Ertuğrul tarafından açılan Darülbedayi Tiyatro Okulu’nun sınavını kazanarak, burada eğitim aldı. Berksoy, profesyonel sanat hayatına ise 1931’de Muhsin Ertuğrul’un çektiği ilk sesli Türk filmi olan “İstanbul Sokaklarında” başrolde yer alarak başladı.
Bu filmden sonra Semiha Berksoy, 1932’de Darülbedayi’de (İstanbul Şehir Tiyatrosu) çalışmaya başladı ve çeşitli oyunlarda rol aldı. Aynı zamanda sanatçı, Darülbedayi’de sahnelenen Türk operetlerinin primadonnası oldu.
Berksoy, tiyatro öğrenciliği sırasında Nazım Hikmet ile “Kafatası” piyesinin sahnelenmesi için yapılan çalışmalarda tanışarak, Nazım Hikmet’in yazdığı “Bu Bir Rüyadır” operetinde “Fatma” rolünü, Cemal Reşit ve Ekrem Reşit Rey’in operetinde “Marlene” rolünü oynadı. Bu dönemden sonra Berksoy, Nazım Hikmet ile birlikte uzun yıllar mektuplaşmış ve bu mektuplar daha sonra “Nazım Hikmet ve Tosca’sı Semiha Berksoy” adıyla kitaplaştırıldı.
Berksoy, 19 Haziran 1934’de Ahmed Adnan Saygun’un bestelediği ilk Türk opera temsili olan “Özsoy” adlı eserde “Ayşim” rolüyle de dikkatleri üzerine çekti ve Atatürk’ün de beğenisini kazandı.
Berksoy’un yurt dışı macerası Ankara Devlet Konservatuvarının açtığı sınavı kazanarak devlet bursuyla Almanya’daki Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera bölümüne girmesiyle başladı. Sanatçı, bu bölümü 1939’da birincilikle bitirdi.
Semiha Berksoy, aynı yıl Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk sopranosu unvanını aldı.
Türkiye’ye döndükten sonra ilk konserini Cemal Reşit Rey ile birlikte veren sanatçı, profesyonel anlamda ilk opera gösterisi olan “Tosca” ve “Madame Butterfly” operalarında oynadı.
1950’de Devlet Operasına solist olarak atanan Semiha Berksoy, “Tiefland Çukurova Operası”ndaki başrol Marta ile uzmanlar tarafından “Birinci Sınıf Dramatik Soprano” olarak belirlendi.
Sanatçı 1999’a kadar Beethoven’ın “Fidelio Operası”nda dramatik soprano “Leonore”, “Hensel und Gratel” Operası’nın prömiyerinde “Hexe” başrolünü temsil etti ve Verdi’nin “II. Trovatore Operası’nda “Azucena” rolünü canlandırdı ve Tristan ve Isolde Operası’ndan, Isolde’nin “Aşk Ölümü” aryasını seslendirdi.
Bir yandan resim çalışmalarına devam eden Berksoy’un resimleri aralarında Berlin, Paris, İstanbul ve New York’un da olduğu birçok şehirde sergilendi.
Sanatçı, sanat hayatı boyunca Dil Tarih Fakültesi tarafından Resim Ödülü ile TBMM tarafından kamu sektöründe görev alan ilk kadın opera sanatçısı olarak; Atatürk Opera Ödülü’ne layık görüldü.
Semiha Berksoy’un Türk sanatına vasiyeti vardı. O da, Atatürk’ün opera, tiyatro ve sanat devrimlerinin kesintisiz devam etmesiydi. Genç opera sanatçılarına destek olunması ve Türkiye’nin de dünyaya modern tanıtılmasıydı.
Semiha Berksoy, 15 Ağustos 2004’te kalp rahatsızlığı nedeniyle vefat etti.
Kaynak:
Zeynep Oral, “Nice Yıllara Semiha Berksoy…”, 2. 11. 2001, zeyneporal.com