Ömründe bir asrı geride bırakmış Ayşe Güler Altuğ’un hikâyesi

Ömründe bir asrı geride bırakmış İstanbulluların tanıklıklarını, yaşam öykülerini, bu değerli ömrün fotoğraf ve belgelerini kayıt altına alarak gelecek kuşaklara aktaran 100+ İstanbul’dan 100 Yaş Üstü 40 İnsan Hikâyesi okurla buluştu.  

100 yaşını görmüş ve hatta ötesine geçmiş 40 isim… Onlar 20. ve 21. yüzyılları, iki dünya savaşını, Osmanlı’nın çöküşünü, imparatorluklar devrinin kapanışını, İstiklal Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve sayısız krizler görmüş isimler…

Hem İstanbul’un hem de Türkiye’nin tarihine ışık tutan kitaptan Ayşe Güler Altuğ’un hikâyesi

Ayşe Güler Altuğ’un hikâyesi, 2 Şubat 1918’de İstanbul Kasımpaşa’da başlıyor. Annesi Emine Hayriye ile babası Mehmet Kandemir, kızlarına “Ayşe” adını veriyor. Ayşe’nin tüm akrabaları gibi annesi de Kasımpaşalı. Altıntop Sokak 8 numarada büyüyor. İnanmak zor ama zamana direnen iki katlı bu küçük ahşap ev hâlâ ayakta. İstanbul Kasımpaşalı Emine Hayriye ile Trabzon Vakfıkebirli Mehmet Kandemir, 1916’da görücü usulü evlenirler. İdadi (lise) mezunu Emine Hayriye kocasını ilk kez gerdek gecesi görür. Müteahhit olan Kandemir, varlıklı bir adamdır. Ancak Emine bir türlü sevemez kocasını.

Evlenir evlenmez yol inşaatlarının sürdüğü köylere giderler ve beş sene taşrada geçer. Mehmet Kandemir inşaatlar nedeniyle evden sık sık ayrılır, aylarca dönmez. Döndüğünde de eşine şiddet uygular. Emine Hayriye hep İstanbul’a dönmek ister ama iki çocukla nasıl dönecek?

Beş yıl sonra yine iş nedeniyle İstanbul’a dönme ihtimali belirir. Emine Hayriye, İstanbul’a kalkan vapur hareket eder etmez kocasına boşanmak istediğini söyler. O devirde resmî nikâh olmadığından İstanbul’da iki avukat tutar ve izinname ile ayrılır kocasından.

Emine ile Mehmet 1923’te boşanırken babaya çocukları görme hakkı verilir. İlk buluşma gününde Emine çocukları Ayşe ile Hüseyin Yümnü’yü önce fotoğrafçıya götürür, resimlerini çektirir. Sonra da eski eşiyle karşılaşmak istemediğinden çocukları komşuyla yollar babalarına.

Mehmet çocukları alır, gidiş o gidiş… Emine akşam Kasımpaşa Vapur İskelesi’nde bekler çocukların dönmesini ama gelen giden olmaz. Mehmet sonraki 13 yıl çocuklarını şehir şehir dolaştırır. Zonguldak, Ankara, İzmit… Başka evlilikler yapar, o evliliklerden çocukları olur. Ayşe ile Hüseyin’e de annelerinin ahlaksız bir hayat sürdüğünü, sonra da öldüğünü söyler. Bu arada İstanbul’daki Emine Hayriye çocuklarını aramaktan vazgeçmez. Arayışları sırasında tanıştığı polis memuru Hasan Taluğ ile evlenir. Hasan Bey daha sonra emniyet amirliğine kadar yükselecektir.

Ayşe’nin 18 yaşına girdiği yıl, üvey anneleriyle İzmit’te Portakal Havuzu Konağı denen yerde oturmaktadırlar. Babaları yine çıkıp gider ve aylarca dönmez. Üvey anne de Ayşe’yi bir terzi kalfasıyla nişanlar.

Nişan olunca bir komşu, kardeşi Hüseyin Yümnü’yü kenara çeker ve “Gel sana bir şey söyleyeceğim ama bu söylediğim aramızda sır. Eğer baban duyarsa seni de beni de öldürür. Senin annen ölmedi, sağ. Kasımpaşa’da oturuyor” der. Cebine de para koyup annesini bulmasını söyler.

Hüseyin Yümnü Kasımpaşa’daki evi bulur. Emine Hayriye o sırada namaz kılmakta, erkek kardeşi ise üst katta piyano çalmaktadır. Hüseyin, annesi ile dayısına olanı biteni anlatır. Emine Hayriye yanına bir arkadaşını alıp İzmit’e koşar. Ayşe Hanım’ın “Bey babam” dediği Hasan Taluğ da akrabalara telgraf çekip çocukların bulunduğunu haber verir ve ziyafet sofrası hazırlığına baslar. Emine Hayriye, eski eşinin yokluğundan da yararlanıp çocuklarını alıp İstanbul’a getirir. Ayşe 18 yaşındadır.

 

Emine Hayriye, ikinci eşi Hasan Taluğ ve evine yenidönen Ayşe Güler


Bütün akrabalar Kasımpaşa’daki evde toplanır, aşçılar tutulup sofra hazırlanır. Onur konukları Ayşe ile Hüseyin Yümnü’dür ama tabaklarına dokunmazlar. Ayşe Hanım söyle anlatıyor: “Biz kardeşimle geldik, sofraya oturduk. Tabakta kara bir et parçası, iki yanında birtakım demirler. Herkes yiyip içiyor biz öyle duruyoruz. İçki de içilirdi bizim soframızda. Yılbaşında bir kadeh içerim hâlâ. Meğer tabaktaki bonfile, yanındakiler çatal bıçakmış. Biz köy köy dolaşırken hiç böyle şeyler görmemiştik. Akrabalar da sevinçten yiyemiyoruz sanmış. Nasıl yiyeceğimizi bilmiyorduk halbuki.”

Çocukların okula da gönderilmedikleri anlaşılınca okuma yazma öğretecek hocalar tutulur. Ayşe çekinir, istemez. Hüseyin ise açıktan ilkokul diploması alır, ortaokulu da bitirince İzmir’deki Amerikan Koleji’ne yazdırılır.

Ayşe Güler’in annesi, bu fotoğrafı kıyafet inkılabının ilan edildiği gün çektirmiş. Devrimin
yapılacağını asker akrabalarından bir hafta on gün önce duyunca Beyoğlu’na çıkıp tayyör ve japone kollu bir elbise diktiriyor.


Ayşe nasıl Ayşe Güler oldu?

Çocuklar bulunduktan sonra yeniden nüfus kâğıtları çıkarılır. Bu sırada Hasan Bey, Ayşe’nin ismini Ayşe Güler olarak değiştirir. “Bugüne kadar gülmedi, bundan sonra gülsün” der. Üstelik üvey kızına babasının soyadını değil, kendi soyadını verir.

İsteyenler olsa da aile yeni kavuştukları için Ayşe’yi 10 seneye yakın evlendirmez. 27 yaşında Naci ile evlenir. Çift, yine Altıntop 32 numaralı eve yerleşir. Nişanlığını da gelinliğini de Beyoğlu’ndaki bir Fransız terzi diker. Düğünleri bir yaz günü Sururi’deki tekkede yapılır (Bugün sadece merdivenleri ayakta kalan Kasımpaşa Mevlevihanesi binası, Kasımpaşa’nın eskileri tarafından ‘tekke’ olarak anılmaktadır).

Hep derdim ‘Zengin koca istemem, fakir olsun ama güzel olsun’ diye. Çok güzeldi kocam Naci. Ne yapayım çirkin kocayı? Güzel olsun ki yüzüne bakayım.

Naci’nin ailesi 93 Harbi’nde Bulgaristan’dan gelmiştir. Anne, 1918’deki İspanyol gribi salgınında ölmüştür. Naci elektrik kaynakçısı olarak çalışmaktadır. Ayşe Güler 29 yasında oğlu Merih’i, 32 yasında kızı Mualla’yı doğurur. Genç çift bazı akşamlar eğlenmek için Tepebaşı Gazinosu’na gider, Müzeyyen Senar’ı, Safiye Ayla’yı dinleyip rakı içermiş. Ayşe Güler Müzeyyen Senar’ı daha çok sevdiğini söylüyor. “Kocanızı sevdiniz mi?” diye sorulunca “Sevdim tabii, sevmesem gider miydim!” diye cevaplıyor.

Ayşe Güler ve 39 yaşında kaybettiği kocası Naci Bey.


Çiftin mutluluğu uzun sürmez, Naci 1961’de hastalanır ve 39 yaşında veremden ölür. Ancak Ayşe Güler’in hayatındaki trajedi burada bitmez. Subay olan oğlu Merih, 1977’de arabayla Ege’yi, Akdeniz’i dolaşmaya çıkar. Gittiği her yerden annesine kart atmaktadır ancak Kuşadası’ndan sonra haber kesilir. 45 gün sonra trafik kazası geçirdiklerinden haberleri olur. 29 Ağustos’ta kaza geçirmiş, 4 Eylül’de ölmüş, 9 Eylül’de kimsesizler mezarlığına gömülmüştür Merih. Daha 26 yaşındadır. Kızı Mualla, annesinin geçen yıla kadar tanıştığı, gördüğü herkese, “Bir kamyon benim oğlumu elimden aldı” diye anlattığını söylüyor. Kocası öldükten sonra Ayşe Güler üç sene Neyir Triko’da çalışır. 1966-67’de çocuklarını annesine bırakıp Almanya Eberbach’a çalışmaya gider.

Ayşe Güler, yurt dışında çalışan bir yakının getirdiği pilili eteklerin Türkiye’den daha ucuz olduğunu görünce Tophane’ye gidip işçi olarak kaydolur. Sonra da Türkiye’ye izin için her döndüğünde 6-7 valiz hediye getirip akrabalara dağıtır. Ayşe Güler ileri yaşında ikinci evliliğini Hüsnü Bey ile yapar ve ölene kadar 10 sene evli kalırlar. Bugün kızıyla birlikte yaşıyor. Her şeyin şekerlisine düşkün. İnce belli bardaktaki çayı 5-6 şekerli içiyor. Oturduğu koltuğun yanında duran bonbon şeker kâsesi hep dolu. Kızı iki günde bitirdiğini söylüyor.

Her sabah 8.30’da kalkıyor. Yatağını hâlâ kendi topluyor. 10 yıl önce kalp krizi geçirmesine rağmen daha
kahvaltı etmeden balkonda bir sigara yakıyor. Ne şekeri, ne tansiyonu var. Düzenli kullandığı bir ilaç yok.
Kahvaltıda şekerli çayın yanında beş tane şekerli bisküvi yiyor. Kahve sevmiyor ama “Fal bakarsanız içerim” diyor. Kahveyi de elbette şekerli içiyor. Bir bardak sütün içine 12-13 seker atılmazsa tatsız buluyor. Akşamları “Saat dokuz, kıllı topuz. Hadi iyi geceler” deyip yatağına gidiyor.

 

Kaynak: 100+ İstanbul’dan 100 Yaş Üstü 40 İnsan Hikâyesi / Röportaj: Banu Tuna
Görüşme Tarihi: 6 Kasım 2020

 

100+ İstanbul’dan 100 Yaş Üstü 40 İnsan Hikâyesi kitabına buradan ulaşabilirsiniz.