Nedim Gürsel: “30 yıl boyunca anneme yazdığım mektupların bir gün yayımlanacağını doğrusu öngörmemiştim.”

Yazar Nedim Gürsel, son kitabı “Kavuşmak Hayal Oldu Anneme Mektuplar” ile İstanbul Kitapçısı Kadıköy şubesine konuk oluyor! İmza ve söyleşi gününden önce, Gürsel ile keyifli bir sohbette buluştuk; merak ettiklerimizi sorduk.

Kitabınız annenize yazdığınız mektuplardan oluşuyor. Bugün mektup yazmayı hâlâ sürdürüyor musunuz, yoksa mektuplar dijital çağda kaybolan bir gelenek mi?

Ne yazık ki çok seyrek mektup yazabiliyorum. Ama yazıyorum. Dijital çağda mektup geleneğinin kaybolmuş olmasını doğal karşılıyorum. Ama bu duruma çok üzülüyorum. Çünkü özellikle edebiyat tarihi açısından yazar mektuplarının önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer Van Gogh’ın kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplar olmasaydı biz bu büyük sanatçının dünyasına giremez, acılarını ya da sevinçlerini paylaşamazdık. Aynı şeyi birçok yazar ve sanatçı için söylemek mümkün.

Mektupları kitaplaştırmaya nasıl karar verdiniz?

30 yıl boyunca anneme yazdığım mektupların bir gün yayımlanacağını doğrusu öngörmemiştim. Annem 1992’de vefat etti. O zamandan bu yana da Paris’in ve İstanbul’un köprülerinin altından çok sular aktı. Giderek anneme yazdığım mektupların belgesel bir değeri olabileceğini varsaydım. Ve Doğan Kitap yayın direktörü Cem Erciyes ve sevgili editristim Aslı Güneş’in de katkıları ve ısrarlarıyla bu mektuplar gün ışığına çıktı. Umarım hiç olmazsa annesini sevenler alıp okur.

Kitaptaki mektuplar, 1960’lardan 1980’lerin ortalarına kadar uzanan bir dönemi yansıtıyor. Bu mektuplarda kişisel bir anlatımın ötesine geçerek dönemin toplumsal dokusunu da hissetmek mümkün mü sizce?

Elbette mümkün. Çünkü özel yönleri de olan bu mektuplar Türkiye’nin yaşadığı siyasal olaylardan ve baskı dönemlerinden de söz ediyor. Anneciğim hep siyasetten uzak kalmamı söylerdi. Ama ben onu dinlemedim. 4 kez kitaplar nedeniyle yargıç karşısına çıkan bir yazar ve oğul oldum. O beni başına iş açacaksın diye uyarırdı. Ben de ona daha bu bir şey değil senin deli oğlanın başına daha neler gelecek diye karşılık verirdim.

Zamanı geriye alma şansınız olsaydı, hangi anı yeniden yaşamak isterdiniz?

Bu yanıtlaması güç bir soru. Babamın ölüm haberini çok küçük yaşta aldığım anı elbette yaşamak istemezdim. Buna karşılık Galatasaray Lisesi sınavını kazanıp Mekteb-i Sultani’ye girdiğim 1962 yılını yani babamın öldüğü yılı elbette yeniden yaşamak isterim.

Mektupları kitaplaştırırken, en çok hangi duygusal durumu keşfettiğinizi ya da üzerine düşündüğünüzü hissettiniz?

 Anneme biraz fazla yakınmışım. Onu çok yormuşum. Ama o her zaman beni desteklemiş isteklerimi elinden geldiğince karşılamış. Bir de Paris serüvenimi bir yazarın serüveni olarak başından sonuna dek desteklemiş. Mektupları yeniden okuyunca aklıma ilk gelen bunlar.

Keşke anneme şunu da yazsaydım dediğiniz ya da iyi ki yazmışım dediğiniz neler var?

Bir rüyayı anlattım ayrıntılarıyla babamın ölmeyip başka bir kadınla Paris’e gittiğini görmüştüm bu rüyada. İyi ki bu rüyayı ayrıntılarıyla yazmışım çünkü yazarlığım konusunda psikanalitik açıdan bu mektupta birçok açıklayıcı ayrıntı gördüm. Keşke yazsaydım konusuna gelince anneme özel hayatımı keşke daha fazla ayrıntılı yazsaydım diye düşünüyorum. Ondan çekindiğim ve üzülmesini istemediğim için özel hayatımdan çokça söz etmiş de olsam birçok şeyi onunla paylaşmadım. Ama örneğin şöyle bir cümle de yazmışım. Sevgili anneciğim, bu kadınlar beni öldürecek.

Bir söyleşide “yazarlığın olmazsa olmazı sözcüklerdir” demişsiniz. Favori sözcüğünüz ve/veya sözcükleriniz var mı?

Elbette var. Özgürlük, yazmak, özlem, kentler, aşk.