İstanbul’da edebiyat sohbetlerini yaşatan “Kültür İstanbul Buluşmaları – Babil Kitaplığı Söyleşileri” serimizin şubat ayı konuğu eleştirmen ve yazar Semih Gümüş oldu.
“Kültür İstanbul Buluşmaları – Babil Kitaplığı Söyleşileri” kapsamında 15 Şubat Cumartesi günü İBB Atatürk Kitaplığı’nda, Ahmet Bozkurt’un moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşinin konuğu eleştirmen ve yazar Semih Gümüş oldu. “Semih Gümüş ile Öykücülüğümüzün Hikâyesi” başlığıyla gerçekleşen etkinlikte edebiyatımızda öykünün yeri, öykü ve hikâye arasındaki farklar, edebiyatımızın geçirdiği evreler hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
“Türün kendisine öykü, anlatılana ise hikâye diyorum”
Sorgulayan, anlayan ve modern eleştirinin penceresinde bakma fırsatı sunan söyleşinin başında öykü ve hikâye arasındaki farklara değinen Gümüş, tanımların aslında akademik olarak bir önemi olduğunu, edebiyatın içinde ise çok fazla anlam taşımadığını ifade etti. “Türün kendisine öykü, anlatılana ise hikâye diyorum; en doğru tanım bu gibi geliyor” diyen yazar, öykü ve roman arasındaki farklardan da bahsetti. “Roman çoğu zaman hikâye anlatır; öykü ise hikâye anlatmanın çok ötesinde içinde başka anlamları ve biçimsel özellikleri bulundurur” diyen yazar, öyküde eksik ya da fazla bir kelimeye yer olmadığından kusursuzluk arandığını ancak romanın genel olarak dolgulara açık olduğunu, boşluklar taşıdığını ve bu nedenle de kusursuzluk arayışının romanda çoğu kez karşılıksız kaldığını belirtti.
Romanda hikâyenin içinde geçen olayların birbiriyle bağlanmasıyla oluşan bir olay örgüsü olduğundan bahseden yazar, bir roman değerlendirildiğinde, parçaları bir araya getirilmeye çalışılıp ve oradan bir bütüne ulaşıldığını; öykü de ise romandaki gibi parçaları tek tek görmekten çok metnin tamamına, metnin bütünlüğüne, metnin söylemine bakıldığını ifade etti.
Söyleşide edebiyatımızın geçirdiği evrelerden bahseden yazar, hayatımızın çok hızlı değiştiğini ve bu hızı en yakından takip eden türün de roman olduğunu dile getirdi. Yüzyıllar içinde romanın yaşadığı değişim ile öykünün yaşadığı değişim karşılaştırıldığında, romanın ne kadar büyük bir değişim yaşadığını görebildiğimizi söyleyen yazar, öyküdeki değişimin çok daha az olduğunu ifade etti. Yazar, “Roman ve öykünün anlattıkları birbirinden farklıdır. Roman, daha bütüncül kavrayış olduğu için hayattaki hızlı değişim, romanı da hızlı değişmeye zorlar. Ancak öykü, hayatın küçük kesitlerini, anlarını ve ayrıntılarını anlatır. Hayatın bütünü çok hızlı değişirken, o anlar ve ayrıntılar neredeyse değişmez. Dolayısıyla öykünün biçimsel olarak değişimi de roman gibi çoğu kez gerekmemiştir” şeklinde ifade etti.
“Şiir, edebiyatımızın en güçlü türü”
Edebi türler arasındaki geçişkenliğin çok fazla olduğunu bu nedenle kesin ayrım yapmanın her zaman mümkün olmayacağını belirten Gümüş, edebiyatımızda yer alan en güçlü türün şiir olduğunu, romanın ise daha zayıf kaldığını belirtti. “Şiire baktığınız zaman uzak geçmişten bugüne kadar kesintisiz bir birikimle sonraki kuşaklara aktarılmıştır, roman için bu söylenemez.” diyen yazar, Türk romanının tarihinden söz ettiğimizde bazı doruk noktalarından bahsedebileceğimizi; Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Reşat Nudi Güntekin, Yaşar Kemal ve Oğuz Atay gibi o doruk noktalarını birleştirdiğimizde ancak bir tarihe ulaşılabileceğini söyledi.
Öykünün edebiyatımızdaki en güçlü ikinci tür olduğunu ifade eden yazar; masalların, destanların ve halk hikâyelerinin öyküye kaynaklık ettiğini ve öyküyü beslediğini ifade etti. Sonrasında öykünün çok benimsenen, yaygınlaşan ve yazılan bir tür olduğundan bahseden yazar, geçmişten bugüne öykünün de kendisinden sonrakini besleyen kesintisiz bir birikimi olduğunu belirtti.
Edebiyatımızı yönlendiren yazarlardan bahsederken Sait Faik Abasıyanık’ın edebiyatımızın en önemli yazar olduğunu ifade eden Gümüş, “Sait Faik’in yazdığı öykülerle ondan önce yazılanlar arasında çok fark var. Ondan önce yazılanlar çok geleneksel ve klasik kalıplar içindeyken o bambaşka bir şey yazıyor ve yazdığı öyküler o kadar etkili oluyor ki adeta öykü ya da roman başka bir biçimde de yazılabilirmiş dedirtiyor” dedi.
Söyleşi esnasında dinleyicilerin sorularını da cevaplandıran Gümüş, edebiyatımızı besleyen kaynakların doğu anlatım geleneğine uygun bir biçimde geçmiş zaman hikâyesi ile bir anlatıcı aracılığıyla aktarmak anlayışının çok yaygın olduğunu ifade etti. Bu durumun bizi batılı anlamda bir edebiyattan uzaklaştırdığını söyledi.
Diğer söyleşi videolarımız için lütfen Youtube kanalımızı ziyaret edin.