İBB Yayınları’ndan çıkan Atatürk Fotoğtaflarının Hikâyesi kitabının “Kara Gün: 10 Kasım 1938” başlıklı bölümü.
Dolmabahçe Sarayı’nda görevliler ile ziyaretçilerin nefes alış verişleri bile farklıydı o günlerde.
Sarayın içinde ise Bayramlaşma Salonu’ndan sonra sessizlik hâkimdi. Boğaz’a bakan hususi dairelerden dördüncüsünün kapısında bir subay nöbette. Kapı sessizce açılıp kapanıyor, içeriden çıkanlar konuşmuyordu.
Dışarda ise Karaköy’den Beşiktaş’a giden tramvay, telden tele atlayarak Dolmabahçe’ye yaklaşıyordu. Dördüncü özel odadan içeri giren az sayıdaki kişi, yatağın başucunda sandalyede oturan Nuri Ulusu’yla sadece göz göze geliyor.
Hava kuru ve soğuk. Paltolarının kalkık yakasının içine büzülmüş, boyunlarını korumaya çalışan erkekler, şallarıyla omuzlarını, yüzlerinin bir kısmını kapatmış kadınlar Bezmiâlem Valide Sultan Cami’nin önünden geçip Beşiktaş’a ilerliyorlar.
Bir ara tramvayın çıkardığı kulakları tırmalayan gıcırtılı sese başlarını çeviriyorlar. Yolcularını Beşiktaş’a taşıyan tramvay, vatmanın fren kolunu çevirmesiyle, metalin metale sürtünmesiyle çıkardığı iç gıcıklayıcı ses, soğuk havayı deliyor. Vatman, hızla tramvaydan inerek, Dolmabahçe’nin kapısına koşarcasına yürüyor. Tramvay yolcuları buğulu camlardan vatmanın arkasından bakıyorlar. Onun nereye gittiğini, her gün süregelen bu kısa yolculuğundan biliyorlar.
Atatürk’ün başucunda oturan Nuri Ulusu da, nefesini korkuyla alanlardan o saatlerde: “O sıkıntılı günler Cumhuriyet Bayramı’ından sonra iyice arttı. Atatürk gözlerimizin önünde her geçen gün biraz daha güçsüzleşiyor, âdeta eriyordu. 9 Kasım günü hemen hemen kendinde değildi. Ben ve arkadaşlarım hiçbir şey yapamamanın acizliği ile sıkıntıdan kendimizi yiyor ve sadece köşe bucakta gözyaşı döküyorduk. Atatürk’ün son hastalıklı devrelerinde, yani komaya girip çıktığı günlerde, doktorların ve yakınlarının dışında, yanına girip çıkabilen ender kişilerden biriydim. Zaten bilindiği gibi, çok önemli bir cümlesi vardı: ‘Özel hemşire falan istemem, bana benim çocuklarım herkesten iyi bakar.’ Evet, işte o çocukları ben ve arkadaşlarımdı. Ona öyle güzel ve titiz bakardık ki doktorları dahi şaşırırdı.”
Vatman, son günlerde Dolmabahçe’nin kapısına gün gün asılan Atatürk’ün sağlık durumunu bildiren tebliği dikkatle okuyordu. “İkinci madde. Dün geceyi rahatsız geçirdiler. Umumi hallerindeki vaziyet ciddiyetini koruyor.”
Vatmanın gözleri alt satırlardaki diğer maddelere, detaylara kayıyor, okumuyor. Öğreneceğini öğrenmiştir, geri dönüyor. Başı önde, yine hızla tramvayına koşuyor. Yolcuların gözü, vatmanda, yüz ifadesinden bir sonuç elde edebilmek için dikkatle takip ediyorlar. Basamağı çıkıp, haber bekleyen yolculara dönüyor, “Dün geceyi çok sıkıntılı geçirmiş, durumu ciddi,” sözleri üzerine yolcular arasında mırıldanmalar başlıyor. Bazıları ellerini açıyor, bazılarının dudakları kıpırdıyor “amin” sözleri arasında tramvay ağır ağır Dolmabahçe’yi geçiyor.
O tramvay bir daha durmadı
“10 Kasım 1938, saat dokuzu beş geçe Atatürk’üm son nefesini veriyor. Odada bulunan herkes komada, Büyük Komutan göz göre göre gidiyor, kimse bir şey yapamıyor ve son nefesini veriyor. Hiç unutmuyorum, ‘Atatürk öldü,’ der demez, oda kapısının önünde nöbet tutan genç bir teğmen şöyle bir başını havaya kaldırdı ve küt diye koca vücuduyla kalıp gibi yere düştü; bayılmıştı. Bir tarih göç etmişti, biz ne yapacaktık? İlk telaş sonunda doktorları son muayeneleri yaptılar, çenesini Dr. Kamil Berk, Mim Kemal Öke Bey gözlerini yavaş yavaş kapatıp, bir mendille bağladılar.” Atatürk’ün 10 Kasım, dokuzu beş geçe ebediyete intikal ettiği ilan edildi. Vatman, tramvayını bir daha Dolmabahçe’de durdurmadı.
Kendisini yenen komutanın önünde, ayakta
73 yaşındaki General William Birdwood, Atatürk’ün cenaze töreninde.
Ankara, 21 Kasım 1938
Birinci Dünya Savaşı yılları… Onun bütün hazırlıkları Çanakkale içindi. General William Birdwood’dan Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen askerlerden bir kolordu kurması istenir. Birdwood, bütün birliklerin toplandığı Mısır’da kendisinden istenileni yaparak bir Anzak Kolordusu oluşturur.
Çanakkale Boğazı’ndan geçemeyen emperyalist güçler, 25 Nisan 1915 sabahı, o güne kadar gerçekleşmemiş en büyük kara çıkarmasını başlatır. Birdwood’un emriyle Anzak birlikleri hızla Conkbayırı’nı tırmanır. General, saldırıdan çok ümitlidir. Ama bir şey olur, Anzak birliği tam Conkbayırı’nı aşıp düzlüğe çıkacakken durur. Önlerinden hızla geri çekilen az sayıdaki Türk askeri, birdenbire olduğu yere çakılmıştır. Kimse ne olduğunu anlamaz, Anzak birliği de olduğu yere mıhlanır. O anlarda hem İstanbul yolunun kapandığını hem de savaşı kaybettiklerini bilemezler. Fotoğraftaki General, 21 Kasım 1938’de 73 yaşındadır. Şimdi, Conkbayırı’ndaki birliklerini verdiği bir emirle durduran o komutanın önünde, ayakta güçlükle durabiliyor olsa da hazır oldaydı. Birdwood’un, Mustafa Kemal hayranlığı, sadece kendilerini yenen bir komutan olmasından kaynaklanmıyordu. Birdwood, askerlik sanatının ötesinde başka bir zekâyla tanışacaktı. Evet, Çanakkale’de yenilen komutanlardan biri olan Birdwood, artık İstanbul’dadır. Kendisi, işgal kuvvetleri komutanları arasındadır. Ama kafasını başka bir şey meşgul etmektedir: Mustafa Kemal.
Aradan üç yıl geçmişti. Osmanlı yenilmiş, İstanbul işgal edilmişti… Birdwood’un karargâhı, Mustafa Kemal’in kaldığı Pera Palas Oteli’dir. Birdwood, kendisine refakat subayı olarak verilmiş olan sporcu Sedat Rıza Bey aracılığı ile Mustafa Kemal’den kendisini kabul etmesini rica eder. “Buyursunlar,” der Mustafa Kemal. 20 Kasım 1918’de bir cumartesi günü iki general karşı karşıya gelir. Birdwood çok saygılıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Rasim Ferit Bey de vardır. Hoşbeşten sonra Birdwood, iki yıldır kafasını kemiren sorusunun yanıtını almak ister: “Sayın komutan bizi nasıl yendiniz?”
Mustafa Kemal’den bir başkası, dünya savaş tarihinde benzerine az rastlanır bu başarısından böbürlenebilirdi. Oysa o, –tıpkı Trikopis’e davrandığı gibi– yenilginin ezilmişliği altındaki bu generalin onurunu korur.
“Sizin de, bizim de tarih dergilerimiz var,” der; “tarih yazar.” Birdwood ricasını yineler:
“Ekselans, sizin ağzınızdan dinlemek istiyorum. Lütfediniz.” Mustafa Kemal, yanındaki Rasim Ferit Bey’den kâğıt kalem ister; bir peçete kâğıdı ile altın muhafazalı kurşun kalemini uzatır. Mustafa Kemal bir kroki çizer, kâğıt üzerindeki yerlerini işaret ederek; “Şu tarihte karaya çıktınız,” der; “filanca saate kadar şurada durdunuz. Biz de şu hattaydık. Her şey sizin lehinizeydi. Niçin çizgide durdunuz ve niçin ilerlemediniz?”
“Askerlerimiz çok yorulmuştu,” diye yanıtlar Birdwood. Mustafa Kemal bu kez de Conkbayırı krokisini çizer:
“Siz filanca gün şu yöne hareket ettiniz, şu durumu aldınız; niçin ilerlemediniz?” “Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. Askerlerimiz susuz kaldı ve durdu.” Atalarımız yaralıya kurşun atılmaz, der. Mustafa Kemal de Türk soyluluk ve erdemini şu espriyle dile getirir: “Görüyorsunuz ya ben bir şey yapmadım. Önce yorgunluk, sonra susuzluk durdurdu ordunuzu.”
Birdwood ayağa kalkar, Mustafa Kemal’i kucaklar:
“Sizin gibi kahraman ve yüksek karakterli bir asker tanımadım.”
Sonra krokiyi ve kalemi işaret ederek: “İzin verir misiniz” der; “bu kroki ve kalemi değerli bir hatıra olarak saklayayım.” Ve saklar.
Yıl 1935… Aradan yıllar geçmiş, Birdwood mareşalliğe kadar yükselmiştir. Son görevi “Hindistan Ordusu Başkomutanlığı”dır. Kendisine Baron unvanı da verilmiştir. Atatürk hayranlığı ve sevgisi hâlâ sıcaklığını korumaktadır. Eski anılarını yaşamak ve Atatürk’le aynı havayı tenefüs etmek için 1935 yılında İstanbul’a gelir. Cumhuriyet gazetesi bu olayla ilgili olarak şu başlığı atar: “20 sene sonra İstanbul’a girdi, ama gezgin olarak.”
Yıl 1938… Birdwood, yaşamının en büyük acılarından birini Atatürk’ün ölüm haberini alınca duyar. “Anzakların Ruhu” ismiyle anılan Birdwood, İngiliz hükûmetine cenazeye katılmak istediğini bildirir, (Hindistan 1947 yılına kadar İngiltere’nin sömürgesidir.) Ankara’ya gelir. Hindistan Ordusu Başkomutanı Feld Mareşal Baron William Birdwood, Halkevi balkonunda oturma önerisini kabul etmeyerek, önünden geçen Büyük Komutan’ı zorlukla da olsa ayakta selamlayarak sonsuz saygısını gösterir. Atatürk’ün tabutu önünden geçerken Birdwood hüngür hüngür ağlamaktadır.
Atatürk’ün cenaze törenini ayağı incindiği için Halkevi binası balkonundan ayakta izleyen General Birdwood, Çanakkale’de karşılaşmış olduğu kahramana hürmetini de böylece ifade etmiştir.
İBB Yayınları’ndan çıkan Atatürk Fotoğtaflarının Hikâyesi kitabının Kara Gün: 10 Kasım 1938 bölümden alınmıştır.