İstanbul’da asırlık bir Ramazan geleneği: Mahya

İstanbul’da Ramazan ayını ve bayramı güzelleştirmek için ortaya çıkan âdetlerden biri olan mahyalar,  yüzyıllardır şehri süslüyor.

Kendine has şehir kültürünü Ramazan ayında da yaşatan İstanbul’un,  bir kısmı zaman içinde kaybolan “fener kapmak”, “yağ parası mum parası” ve “kandil uçurma” gibi sayısız âdetlerinin yanında mahya geleneği camileri şenlendirmeye devam ediyor.

Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mes’ut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vak’alarını bu saatlerle ölçtüler. -Ahmet Haşim

 

Mahya nedir?

Kökeni Farsça olan mahya,  sadece Ramazan ayında geçici bir süreliğine kurulduğu için “aylık” anlamına gelen “mahiye” kelimesinden gelir. Bir rivayete göre, 1614’te Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız Ahmed Kefevi’nin işlediği iki minare ve mahyaya benzer şekiller içeren bir çevreyi I. Ahmed çok beğenmiş ve dinî adaba uygun olması şartıyla minareler arasına kurulmasını istemiş. III. Murad’ın (1546-1595) bir tezkiresinde de Mevlit Kandili’nde Regaip ve Berat Gecelerinde olduğu gibi minarelerin kandillerle donatılması emri yer alıyor. Minarelerin kandillerle donatılmasından farklı olarak, iki minare arasına gerilen iplerle oluşturulan mahyalar, var olan bu görsel şöleni incelikli bir sanata dönüştürerek bambaşka bir boyuta taşıyor. İstanbul’da mahya geleneğinin başlamasının ardından Ramazan geceleri ayrı bir güzellik kazanıyor.

1854 yılında, Ramazan ayıyla beraber İstanbul’un değişen çehresini şaşırarak gözlemleyen yabancı seyyah Théophile Gautier şöyle not düşmüş: “İstanbul sokakları her zaman karanlığa gömülüdür. Ama uzaktan uzağa kâğıttan bir yıldızın titrediği bu karanlık yollar ve meydanlar Ramazan gelince neşeli bir parıltıya kavuşur. Tepebaşı gezinti yerinden görünüm harikulade idi. Haliç’in öbür kıyısında İstanbul bir Doğu imparatorunun tacı gibi pırıl pırıldı; camilerin minarelerinin şerefeleri kandilden bileziklerle süslü idi; bir minareden ötekine ateşten harflerle kutsal bir kitabın sayfalarına yazılı bir gök üstünde beliren Kur’an’dan ayetler parlıyordu. Yeni Cami, Süleymaniye, Sarayburnu’ndan Eyüp sırtlarına kadar dizili Allah’ın bütün tapınakları aydınlıklar içinde ışıldıyor, ateşli cümlelerle İslam’ın formüllerini ilan ediyordu.”

 

Mahyalar nasıl hazırlanır?

Mahya hazırlıklarına üç ayların girmesiyle başlanıyor; ne yazılacağı, kullanılacak şemalar, resimler uzun hazırlıklar neticesinde kararlaştırılıyor. Mahya sanatına ilişkin bilgilerin kayıt altına alınmasını sağlayan yazar ve doktor Ord. Prof. A. Süheyl Ünver’den öğrendiğimize göre, mahya ustası, saraydan gönderilen incilerle yeşil veya kırmızı atlas üzerine kuracağı mahyanın küçük bir örneğini çiziyor, bu örneğin beğenilmesi halinde eserini uygulamak için çalışmaya başlıyor.

“son mahya ustası” olarak tanınan, Sultanahmet Camii’nin 1970’lerdeki baş müezzinlerinden Ali Ceyhan hazırlıklara ilişkin önemli bilgiler veriyor: “Mahya kurmak zannedildiği kadar basit ve sade bir iş değildir. Kendine göre incelikleri, müşkülleri ve sanatı vardır. Bir Ramazan içinde yazılan mahyalar için bir senelik hazırlık yapmak lazımdır. Bir aylık mahya için dört beş yüz kandile ihtiyaç vardır. Bu kandillerin hazırlanması, bağlanması, fitillerin yapılması aylarca iş ister. Mahya kandillerinde kullanılan fitiller dere kenarındaki sazlardan yapılır. Bu sazlar alınır, kurutulur, sonra kıl gibi ince elyafa ayrılır. Bu elyaf pamuklara sarılır. Bir Ramazan’da on bin fitile ihtiyaç vardır. Günde üç yüz fitilden fazla yapmak mümkün değildir. Sonra ipleri hazırlamak, kandillerin kutularını tamir ettirmek ayrı bir iştir. Hülasa Ramazan ayında otuz gün yazılan yazı için bir sene çalışmak ve hazırlanmak lazımdır.”

Tüm bu uğraşlar, toplamda bir yılı bulan çabalar elektriğin icadıyla son bulsa da Osmanlı döneminin son zamanlarında yine de elektrikli mahyaların
kandillerle yapılan mahyanın yerini tutamayacağı fikri ağır basmış, yağ kandiliyle mahya yapımı devam etmiş. Günümüzde ise tüm mahyalar ampul kullanılarak yapılıyor. Bugün mahya denilince akla yalnızca yazı gelse de tarih boyunca mahyalarda motif kullanımı da çok yaygındı. Çift boru çiçeği, gül, fulya, Kız Kulesi, kayık, vapur, köşk, fıskiye, köprü, cami, baklava dilimleri, bayrak, ay yıldız, kılıç, Zülfikar, tramvay, ok ve yay mahyalarda yer alan motiflerden bazıları. Şair, gazeteci, oyun yazarı ve öğretmen Halit Fahri Ozansoy’un satırlarında bu motiflerin izini sürebiliyoruz:

Ben çocukluğumda en ziyade gül resmine bayılırdım. Sonra kayık mahyalara da… Sanki bu köşklü kayıkların içine mümin ruhları almışlar, nur içinde Cennet kapılarına götürüyorlar gibi bir düşünceye de dalardım belki.

 

Bağlılık ve dayanışma hissinin pekiştirilmesinin bir aracı: Mahyalar

Mahyalar aynı zamanda mesaj vermenin, bağlılık ve dayanışma hissinin pekiştirilmesinin bir aracı olarak kullanılıyor. Öğretmen, şair, oyun yazarı ve siyasetçi Ahmet Kutsi Tecer bu özelliği şöyle anlatmış:

Işığı hem bir neşe ve sevinç kaynağı hem bir eğitim vasıtası gibi kullanmakta Osmanlı Türkleri zamanlarının imkânlarına ve çağdaş Avrupalılara nazaran çok ileriye gitmişler. (…) Mahya zamanına göre teknik ve şehircilik yönünden olduğu kadar cemiyet ve eğitim yönünden de mühim bir adımdır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında “Hilâl-i Ahmer’i unutma”, “Muhacirini unutma” mahyaları yanında mütareke yıllarında Sultanahmet Camii’ne kurulan “Aman ya Hazreti Fahr-ı âlem” mahyası, aynı zamanda bir dua. İstanbul acılarını, beklentilerini, o döneme damgasını vuran olayları mahyalar aracılığıyla aktarmış, mahya meraklıları cami cami gezerek hangi camide nasıl mahya kurulduğunu seyre dalmış.

Ahmet Haşim bu meraklıların kendilerine has defterleri olduğunu, mahyaları seyrederek notlar aldıklarını aktarıyor. Bu notlarda en çok rastlanan
mahya yazıları şunlar: “Ya şehr-i Ramazan”, “Safa geldin”, “Hoş geldin on bir ayın sultanı”, “Âlemlere rahmet”. Bu yazılar Ramazan ayının girişiyle beraber camilerde görülmeye başlıyor. Ramazan ayının on beşinci gününden itibaren yerlerini “Elveda”, “Bayramınız mübarek olsun” gibi vedalara bırakıyorlar.

Sultan Abdülaziz Avrupa seyahatinden döndüğünde, Hidiv İsmail Paşa, İran şahı ve Mustafa Kemal Atatürk İstanbul’a geldiğinde asılan hoş geldin mahyaları; ayrıca I. Dünya Savaşı yıllarında “Hilâl-i Ahmer’i unutma, hubbü’l-vatan mine’lîman,”; İstiklâl Savaşı’ndan sonra, “Yaşasın istiklâliyet”, “Tayyareyi unutma”, “Yaşasın gazimiz”, “Yaşasın misak-ı millî”, “Eytâma yardım”, “Hâkimiyet milletindir” yazıları da mahyanın Ramazan ayı dışında kullanımına gösterilebilecek bazı örnekler.

 

attach icon ile ilgili görsel sonucuKaynak: İST Dergi, Mart-Nisan-Mayıs 2022 sayısı, Ramazanla Gelen Işık Sanatı: Mahya