Haremeyn – Kutsal Yolculuk Sergisi 27 Mart’ta Panorama 1453 Tarih Müzesi’nde açılacak

Haremeyn – Kutsal Yolculuk Sergisi 27 Mart’ta Panorama 1453 Tarih Müzesi’nde ziyaretçilerle buluşacak.

İstanbul’un Fethi’ni gün gün yeniden yaşatan Panorama 1453 Tarih Müzesi, Ramazan ayına özel olarak çok özel bir sergiye ev sahipliği yapacak. Müzede 27 Mart’ta ziyaret açılacak sergide, İBB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü koleksiyonunda bulunan kutsal emanetlerden Sakal-ı Şerif ve Kabe-i Şerif iç örtüsü başta olmak üzere İsmail Hakkı Efendi Hilye-i Şerifesi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi Hilye-i Şerifesi, Mehmed Vefa Efendi Hilye-i Şerifesi, Rubu Tahtası, Kıblenüma, Feraşet Çantası, Hacı Pasaportu, Hac sertifikası ve Surra alayı ile ilgili orijinal kartpostallar ve gravürler bulunacak.

Geçmişte Rıhle-i Kebir, Sefer-i Saadet ya da Seyahatü’l-Kübra gibi isimlerle de adlandırılan hac yolculuğu ilk dönemlerinden 19. yüzyıl sonlarına kadar genellikle kervanlarla yapılmıştır. İslam inancı etrafında toplanmış değişik dilden ve ırktan yaya, at veya deve sırtında hayatlarının en büyük manevi arzusunu gerçekleştirme gayesiyle Mekke’ye doğru ilerleyen onbinlerin oluşturduğu bu kervanın en önemli kolu Osmanlı topraklarından, İstanbul’da hazırlanır ve yola koyulurdu. Haremeyn – Kutsal Yolculuk Sergisi’nde de İstanbul’dan ve değişik İslam beldelerinden başlayan bu yolculuğun izleri görülecek.

Simonet Surre Alayı Gravür Surre Alayı Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmeye hazırlanıyor.

 

Hac Kervanı denizlerde buharlı gemilerin işlemeye başlaması ve 1869’da Süveyş kanalının açılmasına kadar hacılar kutsal topraklara hac kervanlarıyla giderlerdi. İki büyük kervandan Şam kervanı 60-70 bin kişi, Mısır kervanı ise 40-50 bin kişi taşırdı. Kervanlar kışın gündüzleri yürür geceleri dinlenir, yazları ise ikindiden sonra kalkıp geceleri gider güneş çıkınca da konaklanırdı. Kervanların konaklama yerlerine ‘menzil’ denilirdi. Urban saldırılarından korunmak için kaleler ve askerî kuvvetlerle desteklenmiş, genellikle su kaynaklarının yanında olan bu yerlerde dinlenilir, su, yiyecek ve erzak gibi ihtiyaçlar giderilirdi.

Feraşet Çantası. 19. Yüzyıl, Osmanlı Dana derisi. (Hac zamanı zengin kimselerin Mekke-i Mükerreme makamına bağış göndermek amacı ile hazırlattıkları ve künyelerini ayrı bir plakete yazdırıp kapağına ekledikleri deri çanta)

 

 

 

 

 

Ferâşet, İslam tarihinde ve kültüründe genel adıyla “Haremeyn” adı verilen Mekke ile Medine’de yapılan manevi değeri yüksek olan mukaddes hizmetlerden birine verilen addır. Ferâşet, ferraşlık hizmeti demektir. Tarih boyunca birçok İslam devletinde bilhassa saraylarda bu adla görev yapan pek çok görevli bulunmuş ise de Osmanlılarda ferrâş kelimesi, daha çok saray hizmetlisi dışında çeşitli vakıf eserlerinin temizliğiyle ilgilenen görevliler için kullanılmıştır. Özellikle ve en meşhur haliyle de Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de bulunan mukaddes mekânların temizlik hizmetlerini yapan kişilere ferraş denilmiştir. Ferâşet vazifesi verilenlere Padişahlarca “berat” da verilirdi. Bu berata “Ferâşet-i Şerife Beratı” denilirdi.

Sultan Abdülaziz (1861-1876) Feraşet Beratı

 

Sultan Abdülmecid (1839 – 1861) Feraşet Beratı 1268

 

Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ait saç ve sakal telleri Hz. Peygamber’in saç ve sakalından günümüze ulaşan teller. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Arşivinde “lihye-i saâdet, lihye-i şerif, sakal-ı şerif” adı altında muhafaza edilmektedir. Her ne kadar bunlara genelde sakal (lihye) deniliyorsa da büyük bölümü saç telidir.

Hz. Peygamber’in tıraşı sırasında kesilen saç ve sakal tellerini bazı sahâbîler alarak saklamıştır. Günümüze kadar ulaşan Sakal-ı şerifler dünyanın her bir tarafına yayılmış ve bulundukları mekanlar ziyaretçi akınına uğramıştır.

Rubu tahtası ya da sinüs kadranı, Batlamyus’un yüksekliklerin ölçülmesi için öngördüğü büyük çaplı duvar kadranlarından ilham alınarak İslâm astronomları tarafından geliştirilmiş ve asırlarca kullanılmış bir araçtır.

Kıblenin tâyinine yarayan pusula. Cihet ve yön gösteren âlet.

 

Kabe-i Şerif iç örtüsü, 19. yüzyıl

 

Sözlükte “süs, ziynet, kolye” gibi mânalara gelen hilye mecazen “yaratılış, sûret ve güzel vasıflar” demektir. Kelime Osmanlı kültüründe Resûl-i Ekrem’in vasıflarını, bu vasıflardan bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için kullanılmıştır.

Hilye-i Şerif, 19. yüzyıl

 

Geçmişte yolculuğun zorluklarından dolayı hac çok az sayıda insana nasip olan ve dolayısıyla insanın hayatında dönüm noktası olarak kabul edilen önemli bir olaydı. Bu yüzden hacca gidenler veya bir başkası tarafından vekil olarak gönderilenler, hac farizasını eksiksiz yerine getirdiklerini belgelemek ve kanıtlamak için hac vekâletnamelerini kullanmışlardır. Müzelerdeki el yapımı örnekleri 14. yüzyıla kadar giden, bazen 7-8 metreyi bulan bu kâğıt tomarların üzerine Mescid-i Haram, Kâbe, Safa ve Merve, Arafat, Müzdelife, Mina gibi haccın rükünlerinin gerçekleştirildiği yerler; pek çok türbe ve kutsal mekânlar gibi hac yolculuğu sırasında yapılan ziyaret yerleri resmedilip, ayet ve hadislerle bezenmiştir.

Mekke-i Mükerreme, Kabe, Medine-i Münevvere, Mescid-i Nebeviyi gösteren hac vekaleti