Yıl 1968… Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter, Hamlet oyunu ile sahnede. Kent Oyuncuları’nın Harbiye’deki salonu İstanbul’un sanat hayatına pırıltılı bir antre yapıyor. Ve alkış!
“Perde Kapanmasa Görecektiniz”
Haftanın yedi günü, hiç ara vermeden oynanan oyunlar, şehirden şehre otobüslerde geçen günler, bakımsız oteller, daracık sahneler, sahneden de beter kulisler, matineler, suareler… Daha yerine takılmadan, henüz üstünde kimsenin oturması ihtimali yokken bin bir çabayla satılan 278 koltuk… Ve tüm bu çabaların sonucunda, evden uzak, yollarda geçen günler sayesinde kazanılan paralarla, üstüne borç harçla inşa edilmiş bir tiyatro binası. Devletten en ufak bir yardım görmeden… Üstelik sadece tiyatro için yapılmış, sinemadan bozma değil, pasajdan devşirme değil, bir bodrum katının salona dönüştürülmesi değil. Tiyatro için tiyatro!.. Kaçırılmaması gereken bir gece bu. İki yaşında da olsa kızı da katılacak bu törensel geceye. Evet, bir çeşit tören bu. Yeni mabedin kurdelesini kesiyoruz. Hem de Shakespeare’in Hamlet’i ile.
Kostümlü birtakım insanlar var sahnede. Takma sakallar, beyaz peruklar, şaşaalı kıyafetler, uzun etekler, dantelli yakalar, ee tabii kurukafalar… Yıldız Teyzem Danimarka Kraliçesi, Müşfik Amcam Hamlet, yani Danimarka prensi, babam Polonius… Evet ama hiçbiri tanıdık değil bana. Ne isimler, ne uzaktan görebildiğim kadarıyla suratlar… Hepsi bambaşka bir çehreye bürünmüşler. İzliyorum sessizce annemin kucağında. Ta ki Osric sahneye çıkıncaya kadar… Küçük bir kız sesi çınlıyor salonun balkon bölümünde: “Aaa, Salih Abim!” Salih Sarıkaya, ekipten benimle en çok ilgilenen, en çok oynayan kişilerden biri. Eh, bir oyun arkadaşını tanımayıp babamı tanıyacak halim yok o curcunada. Annem, çok nazik bir kadındı, hep başkalarını düşünmek gibi kendine zararlı bir huyu vardı. “Şşşşt” diye fısıldayarak kalkıyor ayağa, kucağında kızı, süzülüyor balkonun bordo perdelerinin arasından, sessizce açıyor kapıyı ve çıkıyor fuayeye. Böylece ben de Hamlet’in sonuna kadar dayanamamış oluyorum. Final yok!..
Ama antre var… Tiyatro bu, antresiz olur mu!.. Kent Oyuncuları’nın Harbiye’deki salonu İstanbul’un sanat hayatına pırıltılı bir antre yapıyor. Ve alkış!
Hamlet’in yönetmeni Denis Carey, Hamlet’teki komediyi de ortaya koymak için çıkmış yola.
“Madalyonun iki yüzü var. Bir yanı gülerken çevirin diğer yanını, göz yaşı bulursunuz. Hayat da böyle işte – Hamlet böyle. Hayatın bir parçası Hamlet. Tarihin büyük esprisi Hamlet – Oysa düşünürsek hiç de komik değil. Hamlet bizden biri – Aradaki ayrıntı ise Hamlet bir deha – Bizler değiliz”
diye anlatıyor, rejinin dayandığı temeli.
Evet, Hamlet bugün de bizden biri. Çünkü sadece Danimarka Krallığı’nda yok “kokuşmuş bir şeyler”… 16. yüzyılda mahpus kalmadı iktidar ve intikam hırsları… Sadece o dönem değildi, “çığırından çıkmış bir zaman” olarak nitelendirilebilecek olan… Ve evet hâlâ, “bilinç böyle korkak ediyor hepimizi!”…
Kent Oyuncuları topluluğunun kurucu ekibinde yer alan, oyunculuğunun yanı sıra tiyatronun dergi, afiş, ilan, basın gibi işlerini de yürüten Kâmran Yüce’nin kızı Deniz Yüce Başarır tarafından kaleme alınan “Perde Kapanmasa Görecektiniz – Kâmran Yüce’nin Arşivinden Kent Oyuncuları’nın Kuruluş Hikâyesi (1959-1986)” kitabına buradan ulaşabilirsiniz.