Cüneyt Arkın’dan İstanbul ve Yeşilçam anıları

Ömrünü sinemaya adayan; yer aldığı filmlerle Türk milletinin gönlünde yer edinen usta bir sanatçıydı Cüneyt Arkın…

İstanbul Bülteni’ne verdiği röportajda “Eski İstanbul’u seyretmek için siyah beyaz filmleri izliyorum.” diyen büyük ismin film çekimlerinde yaşadığı anıları ve Türk Sinemasında İstanbul kitabında geçen Cüneyt Arkın ile ilgili  notları sizler için derledik.

***

Cüneyt Arkın hem yönetmen koltuğunda oturduğu hem başrolü üstlendiği Baba Kartal’da ağa topraklarına el koyunca iki oğluyla birlikte İstanbul’a gelen adamın yıllara yayılan mücadele öyküsünü anlatırken, film Süleymaniye-Vezneciler-Beyazıt üçgeninden tipik görüntüler sunar ve sinemanın belleğine kaydeder.

 

Halit Refiğ’in yönettiği Gurbet Kuşları filminde İstanbul’a gelen Maraşlı bir ailenin yaşam mücadelesi resmedildi.  İstanbul’un meydanlarını özellikle de Beyoğlu’nun sokaklarını âdeta bir belgesel havasında kameraya aldı.

Haydarpaşa Garı görüntüsüyle açılan, sinema tarihimize ilk gerçekçi iç göç hikâyesi olarak kazınan ünlü Halit Refiğ filmi 1964 tarihli Gurbet Kuşları’nın başrol oyuncularından Cüneyt Arkın’ın tarihî garla ilgili söylediklerine bakalım:

“1958’de doktor olmak içim İstanbul’a geldiğimde elimde tahta valizim, sırtımda yatağım vardı. Bu sahne, daha sonra ilk filmim Gurbet Kuşları’nın da ilk karesi oldu! Haydarpaşa Garı benim için keder ve hüzündür. Ben bozkır çocuğuyum. Koca bir dünya olan İstanbul’la ilk tanışmam, Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerine oldu. O merdivenlerde gördüğüm resmi asla unutamam. Ömrümün bir bölümü Haydarpaşa Garı ile Eskişehir Garı arasında geçti.”

 

1975 tarihinde Atıf Yılmaz, Göztepe Kavşağı’ndaki Ecevit Mahallesi’nde, fakir mahalle halkını sömürenlere karşı duran bir bıçkını canlandıran Cüneyt Arkın’ın başrolde olduğu Deli Yusuf’u yönetir. Film setinde bir sabah vakti, silah sesi duyulur. Cüneyt Arkın yerdedir, kurşunla sol baldırından vurulmuştur. Silahı tutukluk yaptığından ikinci mermiyi namluya süremeyen genç adam, biraz ilerde bekleyen Murat marka otomobile binip kaçar. Oysa filmin senaryosunda böyle bir sahne yoktur! Bu bir kaza da değildir üstelik. Cüneyt Arkın, gerçekten silahlı bir saldırıya uğramıştır sette. Olaydan sonra Numune Hastanesi’ne kaldırılır. İyileşene dek çekimlere ara verilir. Daha sonra olayın gerçek yüzü aydınlanır.

 

***

İstanbul Bülteni’nin Haziran 2022 sayısında yer alan röportajdan Cüneyt Arkın’ın İstanbul’a dair anıları:

Bilezikçi Çiftliği ve Zekeriyaköy’deki platolarda çekilmiş bir sürü filminiz var. Buralara dair birkaç anı dinleyebilir miyim sizden.

Evet. Oralarda çok fazla filmimiz var. Zekeriyaköy bizim platomuzdu. Ne zaman Türk filmi çekilecek hemen oraya giderdik. Ahşap evler vardı. Zekeriyaköy, ama köy değildir. Yani o Anadolu köyü değildir. Hani bir köy var uzakta, öyle köy değil. İnsanın bir sosyal yaşamı da vardır. Girişte, çarşının girişinde ulu bir çınar ağacı vardır. Bol gölgeli kahve orası, orada buluşurduk. Orada Ali Baba dediğimiz bir usta bize harika köfte yapardı. Açık havadasın, hareket ediyorsun, ata biniyorsun; kavga, mavga acıkıyorsun. O köfteler ne lezzetliydi. Okunmuş gazeteleri toprağa sererdik. Girişinde iki bakkal vardı. Bütün set ekibi ihtiyaçlarını oradan giderirdi. Daha çok sucuk alırlardı. Sonra kırda ateşte sucuğu bir kızartırdık, ekmek içi Allaaaah… Cumartesi, pazar Zekeriyaköy, şehir insanıyla dolardı. Yüzlerce mangal. Et kokusu ta oradan şehre kadar giderdi. Panayır gibi develer vardı. Şehir çocukları binerdi develere eğlenirlerdi. Bir kesim ahşap evlerdi. Düşman bir köyün, yakıp yıkıp insanların öldürüldüğü sahneler hep orada çekilirdi. Tabii Osmanlı’dan bize çok borç kaldı, bir de ahşap mimari kaldı. O eski İstanbul’u ahşap konakları düşünün. Bir de ‘Lala’ vardır orada şişmandı.

İBB Anadolu Hisarı ve Rumeli Hisarı’nı restore ediyor. Sizin bu tarihi mekanlarda Malkoçoğlu, Kara Murat gibi kült filmleriniz var. Bu filmlerin set hatıralarından bahsedersek…

Buraların her karışına basmışımdır. Rumeli’nin iki tane kapısı var. Her karışına ayak bastım, koştum, terledim. Bir tür memleketim oldu bu surlar. Evden daha çok surlarda vakit geçirmişimdir. Bir gün, filmde katkısı olan bir zengin, çocuğunu getirdi; “Bu çocuğu artist yapın” dedi. Baktık genç, boynunda kolye altın… Rejisör dedi ki “Bak oğlum, şu alanı bir dolaş bakalım, koş”. Abi başladı koşmaya, akşam alacası oldu artık toparlanıyoruz. Geldi, erimiş, akmış bitmiş böyle çöktü. Geldi düştü herif; “Artist oldum mu” dedi. Hepimiz güldük. Yaa işte gençlik. Bir mazgaldan diğer mazgala uçardım. Ve onu çok kullandılar, başka filmlerde de kullandılar. Ne yaptım? Bu kadar mesafeyi toprak yerde çizdim. Önce orada antrenman yaptım, atladım. Hatta defalarca. Sonra tehlikeli kısma geçtim. Havada parendeler atardım. Atın karnına girer, atı devirirdim, iki atın arasına girerdim. İnsan vücudu müthiş bir şeydir, karate yaptığım için bilirim, şiirdir insanın vücudu. İyi at binerdim. Buna rağmen birkaç sene at olayına da çalıştım. Eğitim çok önemli. Anadolu Hisarı da aynı, benim için çok güzeldir. Balıkçı tekneleri vardır orada, çok güzel bir yerdir orası da…

Peki çekimler sırasında bu surlarda yaşanan kazalar oldu mu?

Ya işte yüksekten atladım Rumeli Hisarı’nda, demir tutuyorlar tutunmam için… Tutamadım, çarptım dilimin parçası koptu, ısırmışım dilimi. Dilin bir parçası kaldı orada diyebilirim. Başka bir sahnede kulede asılı kaldık, bizi kuleye astılar ayaklarımızdan. Böyle devamlı kaldığım için kan beynime dolmuş. Bıraktılar, gitti, ben hiçbir yeri görmüyorum… (gülüyor)

 

Kaynak: Türk Sinemasında İstanbul / İBB Yayınları

Kaynak: İstanbul Bülteni / Haziran 2022