Nostaljik Ramazan günlerine ve eski İstanbul’a özlem duyanlar için Evvel Zaman İçinde İstanbul kitabında yer alan Cenab Şahabeddin’in “Ramazan Geceleri” yazısından kısa bir not:
İstanbul hayatı ramazan geceleri bilhassa Direklerarası’nda tekâsüf eder; bu bir an’ane mesâbesindedir. Kendimi bildim bileli her sene iftardan sonra Vezneciler’den Saraçhanebaşı’na kadar uzanan bir miting manzarasını görürüm. Minarelere mahyalar asılırken Şehzadebaşı’nın menâbi-i ziyâsı taz’îf olunur; camekânlar müteaddit mumlu fenerler gibi parlar; çayhanelerden lambalar sokaklara kadar taşar; o civarda mûtat olmayan bir şa’şaayla her yer aydınlanır. Edebî ve gayr-ı edebî, ciddi ve hünerli temâşâlar oradadır; yerli ve yabancı, yalancı ve doğru pehlivanlar davul zurna ile orada omuz ölçüşürler; garp ve şark musikîsini, ince sazla bando-muzikayı orada karşı karşıya mest-i ihtizâz bulursunuz…
Daha yatsı ezanı okunmadan izdiham hadd-i kemâline vâsıl oluyor; büyük caddeye açılan her sokaktan bir insan akıntısı her an kalabalığı arttırıyor; kadın erkek, çoluk çocuk ağızları yarım açık, kolları omuzlarında maslûb, gözleri biraz şaşkın bir cila ile mütebessim- bir nehr-i beşer teşkil etmiş, gidiyor ve geliyorlar; ceket, cübbe, salta, kaftan ve çarşaf birbirini aşındırıyor: İşte piyasa dedikleri budur!.. Giderler ve gelirler; niçin ve nereye gidiyorlar ve hangi noktadan dönecekler, bunları kendileri de bilmezler.
Direklerarası’nda bu ramazan geceleri yerli ve ecnebi, inleyen ve oynayan her nevi ahengi dinleyebilirsiniz; zurnadan viyolonsele ve uddan harpaya kadar her âlet teravihten sahura kadar ihtizâz ediyor.
…
Vaktiyle Direklerarası’nda bir çaycı Hacı Reşid vardı, onun bir çay tepsisi gibi mini mini çayhanesinde içtiğim nefis çayları başka hiçbir yerde bulamadım. Bundan başka çayhanenin havasında bir de lezzet-i edebiyye vardı; orası mümtaz bir mahfel-i edebî idi. Çay-fürûş Hacı Reşid’i tanımamak, Muallim Nâcî’yi bilmemek veya Ahmed Midhat Efendi ile görüşememiş olmak gibi bir nakîse, bir mahrumiyetti; oranın en sebatkâr müdâvimlerinden biri Hayret Efendi merhumdu ki yarasa, kadar ziyâgirîz ve Sultan Hamid’den çok ziyade hasm-ı teceddüttü.
…
Geçen gece girdiğim çayhanede eski hâtırât-ı zekâyı görmedim, orası benim için yalnız bir kûşe-i tarassud ve temâşâ olabildi. Müşterilerin ekserisi peyke üstünde kuma oturmuş yelken gemisi hâlinde idiler; kayalar üzerinde martılar gibi düşünüyorlardı. Huzzâr arasında hiçbir çay meraklısı görmedim: Uzaktan onları birer şerîk-i zâika gibi tanırım. Onların, “Bir çay!..” emri verişlerinden ne dereceye kadar “ehl-i çay” oldukları anlaşılır… Eyvah, eski çamlar çay kadehi bile olamadı!
Okuyucuları eski İstanbul’a doğru masalsı bir yolculuğa çıkaran Evvel Zaman İçinde İstanbul kitabına buradan ulaşabilirsiniz.