Boğaziçi’nde bir sanat yuvası: Aşiyan Müzesi

Türk edebiyatının batılılaşmasına ve gelişmesine öncülük eden; Servet-i Fünûn Dönemi’nin önde gelen isimlerinden Tevfik Fikret’in 1906-1915 yılları arasında yaşadığı ev, günümüzde Aşiyan Müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlamaktadır. 

Planlarını bizzat Tevfik Fikret’in çizdiği müze binası, şairin öğretmenlik yaptığı Robert Kolej’in yakınında bahçeli bir ev olarak inşa edilmiş ve yapımı 1906’da tamamlanmıştır. Şair, Farsça “yuva” anlamına gelen aşiyan kelimesini de buraya isim olarak koymuştur.

Bina, Tevfik Fikret’in ölümünden bir süre sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınıp, 19 Ağustos 1945’te Edebiyat-ı Cedide Müzesi adıyla ziyarete açılmıştır. Daha önceleri Eyüp mezarlığında bulunan naaşı, 1961 yılında doğal görünümü ile çok beğendiği bu bahçeye nakledilmiş ve bu tarihten sonra müze “Aşiyan Müzesi” adını almıştır.

Aşiyan Müzesi Bölümleri

Bahçe içerisinde ahşap 3 katlı olan Aşiyan Müzesi’nin zemin katı bugün idari işler için kullanılmaktadır. Birinci katta Edebiyat-ı Cedideci’lerin fotoğraf, kitap ve özel eşyalarının sergilendiği Edebiyat-ı Cedide Odası, Abdülhak Hamit`e ait kişisel eşyalar, tablolar, fotoğraflar, çalışma masası ve koltukların bulunduğu Abdülhak Hamit Salonu, kadın şairlerimizden Nigar Hanım`a ait kitaplar, fotoğraf, resimler, şahsi arşiv ve eşyalarının sergilendiği Şair Nigar Hanım Odası bulunmaktadır.

Tevfik Fikret`e ayrılmış olan ikinci katta; şairin yatak odası ve çalışma odası yer almaktadır. Şairin yaşadığı yıllarda yatak odası olarak kullandığı odada; şahsi eşyaları, vefat ettiği yatak ve Mihri Hanım tarafından şairin yüzünden alınan maskenin kopyası gibi objeler sergilenmektedir.

Çalışma odası olarak kullandığı odada ise çalışma masası ve koltuğu, kendisi tarafından yapılan resim çalışmaları, tablolar bulunmaktadır. Şehzade Abdülmecit Efendi’nin, Tevfik Fikret`in “Sis” şiirinden esinlenerek yaptığı ünlü “Sis” tablosu da buradadır.

Sis şiirinden…

“…Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası… Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!…”

 

 

Kaynak: https://www.kulturportali.gov.tr/