Yazar İrem Uzunhasanoğlu ile İstanbul Kitapçısı Kadıköy şubesinde keyifli bir sohbette buluştuk; merak ettiklerimizi sorduk.
Eğer kitabınızdaki karakterlerden biriyle on günlüğüne yer değiştirmeniz gerekseydi, hangisini seçerdiniz ve neden?
Bir Aşkın On Günü romanımda erkek kahramanım on gün boyunca yoğun bakımda uyutuluyor, kadın kahramanım ise kapıda çaresizce onun uyanmasını bekliyor. İkisinin yerinde de olmak istemezdim sanırım. Acıyı bu kadar yüksek bir yerden tatmak ve bu zor mücadeleyi vermek istemezdim. Ancak gençliklerinde bir döneme ışınlanmak istesem bu Hindistan seyahatindeki Aylin olurdu. Birbirlerine âşık iki insanın hem ruhlarının sımsıkı bağlandığı hem de ezberlerini bozduğu bir seyahat… Dağın eteklerinde tanıştıkları kâhinin onlara verdiği nasihatler… Mutlu bir Aylin… Kulağa çok egzotik ve sevecen geliyor.
Bir aşkı on günle sınırlamak aslında çok merak uyandırıcı bir fikir. Sizce on gün bir ilişkiye dair hangi ipuçlarını verir, neleri göstermez?
Romanım on günde geçiyor ancak yıllara yayılmış bir aşk bu. Mücadeleler, engeller, müşküller var. Aşılmış dağlar, yürünmüş yollar var. On günde, on eşya üzerinden yıllara yayılan bir aşkı anlatma fikrini bulduğumda çok heyecanlanmıştım. Böylece hem aşkı nesneleştirecek hem de aşkın nerede sevgiye dönüştüğünü, ne emekler verildiğini ve bitmeyen bir yolculuk olduğunu anlatabilecektim. Birini tanımak, anlamaya çalışmak (hatta anlamaya çalışmayı kabul etmek) bir ömür sürüyor. Bazen insan bir sabah uyanıyor ve yirmi yıl yanında uyumuş olan bir insanı aslında hiç tanımadığını fark edebiliyor. Aşk riskli bir kumar.
Kitap boyunca aşkın farklı yüzleriyle tanışıyoruz. Sizce aşkın en sürprizli ve şaşırtıcı tarafı hangisi?
Aşkın en sürprizli tarafı, tüm masallara, destanlara, şarkılara konu olan bir olgunun aslında ne kadar marazi bir şey olduğu. Ruh eşi denilen kişinin de aslında sizi en çok zorlayan, icabında yaralarınızı kanatmaktan çekinmeyen biri olduğu. Ne umuyoruz ne buluyoruz. Hepimiz aşk istiyoruz ama aşk kapımıza geldiğinde kaçıyoruz, saklanıyoruz ya da yastıklara göz yaşı döküyoruz. Sanırım en sürprizli tarafı bizlere mutlaka bir bedel ödetiyor olması.
Okurlarınızdan hiç “Ben de kendi aşkımı on günle ölçtüm” gibi yaratıcı geri dönüşler aldınız mı? Sizi şaşırtan bir anekdot paylaşır mısınız?
Romanım çıkalı henüz yirmi gün oldu, şu ana kadar beni en çok etkileyen geri dönüş bir okurumun birebir romanımdaki hikâyeyi yaşamış olmasıydı. Bir yoğun bakım kapısında sevdiği adamı beklemiş; Aylin’in Aykut’un ailesinden işittiği sözlerin aynılarını işitmiş ve sonunda da sevdiğini kaybetmiş. Bunu duymak benim için üzücüydü.
Eğer kitabınız bir şarkı olsaydı, hangi şarkı olurdu? Neden o şarkı?
Vivaldi’nin Dört Mevsim’i olurdu. İçinde hem kışın karanlığı ve meşakkati, hem sonbaharın melankolisi ve hüznü, hem ilkbaharın umudu ve çiçeklenmesi, hem de yazın rehaveti ve boğucu sıcağı var.