Pek bilinmeyen, konuşulmayan ve adı konmamış bir suskunlukla geçiştirilen İstanbul’un işgali hakkındaki tüm detaylar, Kültür AŞ Yayınları’ndan çıkan “100. Yılında İstanbul’un İşgal Günleri” kitabıyla gün yüzüne çıkıyor.
Dünya tarihinin kavşak noktasında yer almış, imparatorluklara başkentlik yapmış köklü bir geleneğe sahip olan İstanbul’un işgal altındaki buhran dönemine yakından bakmak için “100. Yılında İstanbul’un İşgal Günleri” ile yeni bir sayfa açılıyor…
1918 ila 1923 yılları arası İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal altında tutulduğu günlerin geniş kapsamlı olarak incelendiği kitapta tüm tarihsel süreç belgeler ve dönemin fotoğraflarıyla okuyucuya aktarılıyor.
Yazarlığını Prof. Dr. Nur Bilge Criss, Doç. Dr. Abdurrahman Bozkurt, Prof. Dr. Ertan Eğribel, Dr. Devrim Vardar, Hamza Yardımcıoğlu, Mehmet Yüce, Turan Akıncı’nın yaptığı kitabın yayın yönetmenliğini Ahmet Bozkurt, editörlüğünü ise Bülent Ulus üstleniyor.
Kitapta yer alan bazı dikkat çekici bölümler ise şöyle;
Doğu Sorunu ve işgal dönemi İstanbul’u (1918-1923)
Fransız general, karaya Dolmabahçe Rıhtımı’ndan Ermenilerin, Rumların sevgi gösterileri arasında çıktı. Beyoğlu’nun girişinde bulunan, şimdi Fransız Konsolosluğu olan, o zamanın Fransız Büyükelçiliği’ne gitti ama karşılamadan memnun olmamış, azınlıkların tezahüratını şanına layık görmemişti. Birkaç gün sonra yeniden gelmek üzere şehirden ayrıldı. Franchet d’Espèrey, şehre 1919’un 8 Şubat’ında döndü ve Fransa’dan görülen hakaretlerin en büyüğü de o gün yaşandı. General karaya bu defa Sirkeci’den çıktı, 21 pare top atışıyla karşılandı. Gazetecilere, “Dolmabahçe Sarayı’nda kalacağını” söyledi. Sarayda o sırada devrin hükümdarı Sultan Vahdettin yaşıyordu. Franched d’Espèrey şehri fethetmiş havasındaydı. Fatih Sultan Mehmed’i taklit edercesine bir ata bindi, Dolmabahçe’ye yerleşmesine kadar ikametgâh ve karargâh olarak kullanacağı Fransız Büyükelçiliği’ne at üzerinde gitti…
Mütareke döneminde Rumlar ve Yunanistan
1918 yılı Kasım ayından itibaren Rum Patrikhanesi, gönüllülerden Rum Cretan Alayı’nı kurdu. Bu alay Fener, Balat, Ayvansaray ve Cibali semtlerinde milis faaliyetlerine başladı ve adım adım bölgeyi ele geçirdi…
Rum Patriği bu çevreyi Kurtarılmış Yunanistan olarak ilan etti ve geçici bir hükûmet kurdu. Galata’daki Atina Bankası Rumların bu bölgede ev sahibi olması için hibe krediler açtı. Bu finansman yoluyla Rumlar bu bölgede büyük çapta gayrimenkuller aldı. Rum Patrikhanesi 16 Mart günü önemli bir karara daha imza attı ve Ayvansaray, Balat, Cibali ve Fener’de kurdukları Kurtarılmış Yunanistan adını verdikleri bölgede sözde devlet kurdu.
9 Mart 1919 günü ise Dorotheos bir beyanname yayınlayarak; Rum Patrikhanesi ile Osmanlı Hükûmeti arasındaki münasebetlerin kesildiğini ve Rumların artık tebaa görevlerinden affedildiğini açıklamıştı. Aynı anlayışı Ermeni Patrikhanesi de uygulayacak ve her iki patrikhane de Rumların ve Ermenilerin artık devletle her türlü münasebetlerini koparmak için uğraşacaklardı. Örneğin bu tarihten itibaren Rum ve Ermeni Patrikhaneleri, mütareke döneminin şartlarının da rahatlığıyla, kendi ahalilerine “Osmanlı Devleti Pasaportu” kullanmayı yasaklayacak ve onun yerine kendilerince hazırlanan “Patrikhane Pasaportu” vermeye başlayacaklardı…
İşgal İstanbul’unda iktisadi durum
Duyun-u Umumiye İdaresi’nin 1920 yılında gıda maddeleri için hazırladığı fiyat endeksinde 1914 yılına göre yumurtanın fiyatı 11 misli, kömürün fiyatı 20 misli, şekerin fiyatı 21 misli, soğanın fiyatı 25 misli, patatesin fiyatı 15 misli, ayakkabının fiyatı 10 misli artış göstermişti ve ayrıca bu endekste hesaplanmayan ev ve iş yeri kiraları 20 misli artmıştı…
Fowle’nin, raporunda bahsettiği yüksek enflasyon, halkın alım gücünü ciddi bir şekilde kaybettiğini gösterirken, devamında çevre kirliliğine yapılan vurgu, şehirdeki temizlik gibi en temel kamu hizmetlerinin bile yerine getirilemediğine işaret etmektedir. O tarihte İstanbul fiili olarak işgal altındaydı fakat henüz işgal resmen ilan edilmemişti. Şehrin idaresinin resmen işgal kuvvetlerine geçiş tarihi 16 Mart 1920’ydi. Osmanlı Devleti, askerî ve siyasi bakımlardan olduğu gibi ekonomik gücünü de kaybetmişti. İşgal döneminde İstanbul’da bulunan Fransız gazeteci anılarında şöyle yazar: “Küçük memurlar tam beş aydır maaşlarını alamamakta, yardımlarla ya da borçlarla yaşamakta ya da ölmektedirler! Konstantinopl’de ziyaret ettiğim bir cezaevinde, açlıktan ölmemek için aldığı 40 lirayı ödeyemediği için 4 ay önce hapse atılmış olan 23 yıllık bir devlet memuru gördüm, tanıdım.”