“Osmanlı’da Harem ve Cariyelik” kitabı yayımlandı
TBBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, harem ve cariyelik tartışmalarını sona erdirecek bir kitap hazırladı. Araştırmacı-yazar Cengiz Göncü tarafından kaleme alınan kitap, Osmanlı’da harem ve cariyelik üzerine merak edilen her şeyi belgeler, deliller ve veriler üzerinden okuyucunun dikkatine sunuyor.
İBB Kültür A.Ş. Yayınları Kültür ve Medeniyet Serisi arasından çıkan kitap, cariyelik niçin vardı, kimler cariye oluyordu, maaşları için neler yapılıyordu, sarayda gördükleri muamele nasıldı gibi sorulara cevap veriyor.
Sarayın Kayıtlarıyla Oryantalist Ressamları Tabloları Birbirini Tutmuyor
Altmıştan fazla Osmanlıca belgenin yer aldığı kitap, önce “harem” kelimesinin anlamını anlatarak başlıyor. Kitapta yer alan bilgilere göre Osmanlı geleneğinde harem padişahın, valide sultan ve şehzadelerin yaşadığı yerin karşılığıdır ve yabancılara giriş yasaktır. Yabancı seyyahlar bu gizemin peşine düşerek kapalı kapılar ardına geçemedikleri haremi görmek istedikleri şekilde tasvir etmiştir. Sarayın içini anlatan kayıtlarla, oryantalist ressamların tablolarındaki görüntüler birbirini tutmamaktadır.
Cariyelik Saraya Özgü Bir Sistem Değil
Cariyeliğin saraya özgü bir sistem olmadığının önemle vurgulandığı kitaptaki bilgilere göre o dönem toplumunda hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğu kadın miras listelerinden tespit edilmiş. Bu cariyeler, ev hizmetinde, mutfak işlerinde görevlendirmek yahut dadılık, sütannelik gibi işlerde istihdam edilmek için alınmış. Saray için de geçerli olan cariyelik sisteminde saraydaki cariyelerin farkı, çok iyi bir eğitimden geçmeleri, bazılarının yükselme fırsatı yakalayabilmeleri ya da padişah eşi olma sıfatına erişebilmeleriymiş.
Osmanlı'da Tek Eşlilik Hakim
Kitapta Osmanlı'da çok eşlilik meselesine de değiniliyor. Kitabın yazarı Dr. Cengiz Göncü’nün araştırmalarına göre, Osmanlı toplumunda, çok evliliğin oldukça az sayıda uygulandığı görülmüş. 17. yüzyıl İstanbul'una ait 20 sicil üzerinden elde edilen verilere göre 1.242 erkek içinden 1.147 kişinin bir, 84 kişinin iki, 7 kişinin üç, 4 kişinin de 4 zevcesi varmış. Bu daha sonraki tarihlerde de genel itibarıyla böyle devam etmiş. 19. yüzyılda ise Bursa tereke defterleri üzerinde yapılan bir araştırmada, 361 evli erkekten 353'ünün tek eşli olduğu sonucuna varılıyor. Bu durum saray haricindeki cariyelerin de eş olarak alınmadığının bir göstergesi.
Hiçbir Cariye Sarayda İstemeden Kalmamış
Kitapta anlatılanlara göre cariyelik, 19. yüzyılın sonlarına kadar sürmüş ve devşirmelikle benzer amaçlar taşiyan ama sarayın hizmet sınıfını tanımlayan bir kurum. Cariyeler, 19. yüzyılda ağırlıklı olarak köle ticaretinin yapıldığı pazarlardan alınmış. Bazende devlet adamları tarafından saraya hediye edilmiş. Cariyeler ağırlıklı olarak Kafkasya ve Afrika olmak üzere iki coğrafyadan getiriliyor.
Yazar Cengiz Göncü’nün anlatımlarına göre saraydaki cariyelerin vaziyetleri iyiydi. Sarayda kalmak istemez evlenmek arzusu gösterirlerse, o cariyeye derhal 'taşra' çıkarılır, yani evlendirilip ev ve para verilirdi. Hiçbir cariyenin sarayda istemeden kaldığı görülmemiş,
İslam kölelerin azat edilmesini teşvik ettiği için de beyaz cariyeler 9, siyah cariyeler de 7 yıl mecburi hizmet sürelerini tamamladıktan sonra azat edilerek hürriyet belgesi veriliyor.
Padişah Eşleri Kimlerden Seçilirdi?
Osmanlı padişahları, 14. yüzyılda esas olarak Hristiyan, 15. yüzyılda ise Müslüman kadınları eş olarak seçmişlerdi. 15. yüzyılda görülen bu değişiklik, Osmanlıların Anadolu’da artan önemlerini ortaya koymuştur. 15. yüzyılın ilk yarısından sonra ise Osmanlı Devleti’ne komşu olan devlet ya da prensliklerin ortadan kalkmaya başlamasıyla, hanedanlar arası evlilikler de son bulmaya başlamıştır. Hanedan kızları ile evlilikten vazgeçilmesinin nedeni, sadece söz konusu hanedanların ya da devletlerin ortadan kaldırılması değil, aynı zamanda II. Mehmed Dönemi ile beraber Osmanlı Devleti’nin “cihan devleti” olma iddiasının güçlenmesi ve buna bağlı olarak, Hristiyan ya da Memlükler, Özbekler, Moğollar, Akkoyunlular gibi diğer Sünnî Müslüman Hanedanlarla kurulan evlilik bağının politik yararının azalmaya başlaması olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman Devri’ne gelindiğinde, Osmanlı hanedanında cariyelerle evlilik bir ilke olarak kabul edilmiştir. Ancak Padişah’ın, cariye kökenli Hürrem’e nikâh kıyarak evlenmesi, halk tarafından kabullenilmemiş.
Her şey “Harem Maaş Defteri”nde kayıt altındaydı!
Harem’deki dairelerin her birinin statülerine göre değişen sayıda cariye kadrosu vardı. Özellikle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde, saraydaki tüm cariyelerin sayısının 500 ile 600 arasında değiştiği tespit edilmiştir.
Harem maaş defterlerinde, cariyelerin toplam sayısı, maaşları, isimleri, rütbeleri ve hangi daireye tahsis edildiklerine ilişkin net bilgilere de ulaşılmıştır.
Biriken maaşlar ve ihsan olunan hediyeler ile rahat bir yaşam
Cariyelere, saraya alındıkları andan itibaren maaş ve tayinat (elbise, yiyecek vb.) tahsis edildiği belirlenmiş, maaşlar da, Tanzimat öncesinde yevmiye (gündelik) usûlüyle verilirken Tanzimat’la beraber aylık esasına geçilmiştir. Ayrıca maaşları dışında, senede bir kereye mahsus “muharremiye” denilen senelik tahsisat (sâlyâne) verildiği de saptanmıştır. Hatıratlarda, cariyelerin çırağ edilmeleri durumunda biriken maaşları ve kendilerine ihsan olunan hediyelerle, yaşamlarını rahat bir şekilde geçirdikleri yazılıdır.
Harem Eğlenceleri
Her hareketin kurala bağlandığı, sıkı bir disiplinin uygulandığı haremde, eğlenceler büyük özlemle beklenirdi.
Cariyelere özel musiki dersleri
Haremde musiki, daha önceki Türk devletlerinin, özellikle Selçukluların, saray haremlerindeki geleneğinin bir devamı olarak başlangıçtan beri önemli bir yer tutmuştur. Sesi güzel, kabiliyetli cariyelere, devrin tanınmış üstatları ders vermiş, ayrıca sarayda, cariyelerden meydana gelen bir sazende ve hanende heyeti bulundurulmuştur. Nitekim bu ilginin neticesinde, sazendeler genellikle, kalfalık rütbesine kadar yükseltilmiştir. Çoğunlukla müzik dersleri haremdeki meşkhânede verilmiş, bazen de cariyeler, tanınmış bestekârların evine gönderilmiştir.
60 cariyeden oluşan batı müziği orkestrası
19. yüzyılla birlikte saray musikisinde de Batılılaşma’nın tesiri hissedilmiş, bunun neticesinde özellikle piyano ve mandolin çalma, moda haline gelmiştir. Harem dairelerinin hemen yanı başında, her zaman bir meşkhâne tespit edilmiş, nitekim 19. yüzyılın en büyük saraylarından Çırağan ve Dolmabahçe saraylarında, Mabeyn’e yakın dairenin zemin katı, “meşkhane” olarak kullanılmıştır. Ayrıca Tanzimat Dönemi’nde, sarayın hareminde, Batı müziği orkestrası oluşturulmuş, haftada iki gün, bando ve orkestra takımı; bir gün de ince ve kaba saz takımı, burada prova yapmıştır. Rakkaseler, diğer bir odada meşk almış, prova günleri, sofada beraber oyunlar oynamışlardır. Dolmabahçe Sarayı’nın Harem bölümündeki büyük misafir salonunda, sayıları altmışı bulan cariyeden oluşmuş bu orkestrada, keman, viyolonsel ve kontrbas icra edilmiştir. Zaman zaman bu eğlencelere, küçük sultan ve şehzadeler de katılmışlardır.
9 Yıllık Hizmet Süresi Dolan Cariyeyi Azat Etmeyen Efendi Ayıplanırdı
Cariyelerin, çeşitli nedenlerle saraydan dışarı çıkarılmasına, “çırağ edilmek” adı verilmiştir. Osmanlı’da, cariyelerin hizmet süresi yedi ile dokuz yıl arasında değişiklik göstermiş, ancak bu süre geçtiği halde cariyesini azat etmeyen efendi ise ayıplanmıştır. Dindar ve hayır sahibi, köklü, büyük ailelerde cariyeler, daha da az süre tutulup, ardından azat edilmişlerdir. Sahibi tarafından azat edildiği halde kabul etmeyen cariyeye yine de azatlık belgesi verilmiş, efendisinden ayrılması ise kendisine bırakılmıştır. Aynı uygulama, saraydaki cariyeler için de geçerli olmuştur.
Çırağlık Talebinde Bulunan Cariye Odasına Kapanırdı
Cariye ve kalfaların çırağlık talebinde bulunmaları, saraydan bıkkınlık mânâsı taşıdığından ayıp sayılmış, bu yüzden saraydan çırağlıklarını isteyen cariyeler, bunu saray adabı ve terbiyesi ile ifade etmişlerdir. Çırağ edilmek isteyen cariyeye, harem içinden kimse yardım etmek istemediği gibi mensubu olduğu dairenin sahibini de sorgulayan olmamıştır. Bu durumda, cariyeler bir fırsatını bulunca, genellikle bayramlarda ve kandillerde büyük bir kâğıda “kulun isteği murad, ihsân efendimindir” diye yazılmış arzuhallerini, gizlice hanımın odasında görülecek bir yere bırakıp, bir daha efendisine görünmeyecek şekilde odasına kapanmışlardır. Çırağ oluncaya kadar ise hizmette bulunmayıp, ortaya çıkmayan cariyeler, özellikle hanımlarının yüzüne hiç bakamamışlardır.
Efendisi tarafından çırağlık talebi kabul edilen cariyelerin çeyizi hazırlanarak, kendilerine paralar verilip bendegândan birinin evine gönderilmiş ve uygun bir kısmeti çıkınca da evlendirilmiştir.
Sarayı Yakan Feleksu
Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde, saraydan çırağ edilmek istediği halde talebi kabul edilmeyen Feleksu ismindeki cariye, kurtuluş çaresi olarak sarayda yangın çıkarmıştı. Sultan II. Abdülhamid bu cariyeyi cezalandırmayıp harçlık ve çeyiz vererek saraydan uzaklaştırmış, cariyenin bu talebini dikkate almayan ve önemsemeyen üstlerini ise, istemedikleri halde çırağ etmiştir.
Kölelikten Efendiliğe
Çeşitli belgesel kanıtlar ve iddialarda, Mehmed’ten itibaren padişah annelerinin cariye kökenli olduğu belirtilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman öncesi dönemde ise cariye kökenli valide sultanlar şunlardır: I. Mehmed’in annesi Devlet, II. Mehmed’in annesi Hümâ, II. Bayezid’in annesi Gülbahar, I. Selim’in annesi bir başka Gülbahar, Süleyman’ın annesi Hafsa. Haremde köle kökenli valide sultanların varlığı, cariyeliğin devamlılık arz eden bir müessese haline dönüşmesini de sağlamıştır.
Hürrem, Nurbanu, Safiye, Kösem, Turhan
Valide sultanlar, egemenliği ellerinde tutmak için, devlet erkânı ile ordu içinde bir takım siyasi ittifaklar yapmak zorunda kalmışlardır. Haremde, birbirlerine karşı gruplaşmalar, çoğunlukla, sultanın hangi oğlunun tahta geçeceği konusunda ortaya çıkmış, bu yüzden de harem, 17. yüzyılda iktidar mücadelesinin odak noktası haline gelmiştir. Valide sultan hanedanın, dolayısıyla Osmanlı saltanatının devamı üzerinde kesin bir rol almıştır. Valide sultan, padişahın çok sayıda erkek çocuğu olmasını ve şehzadelerin korunması yoluyla hanedanın devamlılığını sağlamak gibi ağır ve hayati bir sorumluluk da üstlenmiştir.
Valide Sultanların 100 Yıllık Saltanatı
Valide sultanların saltanat dönemi, Kanuni’nin zevcesi Hürrem Sultan’dan başlayarak Nurbanu, Safiye, Kösem ve Turhan sultanlar zamanında yaklaşık yüz yıl devam etmiştir. Öyle ki bu dönem, “kadınlar saltanatı” olarak da adlandırılmıştır. Bazı tarihçiler, bu dönemde, harem kadınlarının, devletin çöküşünü hazırladıklarını iddia etmiş olsalar da, valide sultanların, hanedanın devamını her şeyin üstünde tutarak devletin bekasına hizmet ettiklerini savunanlar da olmuştur. Gerçekten de, I. Ahmed’in başkadını, Padişah’ın hayattaki tek kardeşi Mustafa’yı idamdan kurtararak hanedanın devamına hizmet etmiştir.
Hayırsever Sultanlar
Valide sultanın, haremin diğer kadın mensuplarından farkı ve ayrıcalığı, toplumsal yaşamda üstlendiği hayırseverlik ve hamilik rollerinde de tezahür etmiştir. Padişaha, Cuma selamlıklarında sunulan arzuhaller misali, valide sultana da çeşitli kesimlerden arzuhaller sunulmuş, gerek muhteva gerekse kaleme alınış şekli açısından, padişaha sunulanlar ile paralellik göstermiştir. Bu arzuhaller, valide sultanın, çözüm merci olarak görüldüğünün de bir delili sayılmıştır.
Her Dinden Kadın ve Erkeğe Yardım Etti
Milli Saraylar Arşivi’nde, çok sayıda belge üzerinde yapılan incelemede, Pertevniyal Valide Sultan’ın hayır harcamalarının profilinin, çeşitlilik arz ettiği tespit edilmiştir. Cami ve çeşme inşası, onarımı ve idareleri için gerekli olan tahsisatın ödenmesi, görevlilerinin maaşlarının temini, okullara ve hapishanelerde bulunan her dinden kadın ve erkek mahkûmlara, dul kadınlara yardım, valide sultanın yardım ve şefkat elinin uzandığı yerlere örnek teşkil etmiştir.
Padişahla Olan İlişkiler
“Osmanlı Sultanı’nın Gücü Gözlerden Uzak Olmasında” (Fransa Kralı XIV. Louis)
Osmanlı hareminde padişahla hane halkı arasındaki ilişkilerde bu mesafeli ve seviyeli ilişkiler düzeni görülmüştür. Sarayda, padişahın eşleri ve çocukları arasındaki ilişkilerin belli bir protokolü ve âdâbı olduğu bilinmekle beraber Osmanlı sarayına, protokol ve âdâp egemen olmuş; padişahın hükümdarlık ve halifelik sıfatlarına halel gelmemesi için ilişkiler, belli ritüellere bağlanmıştır.
Kanuni Dönemi’nde Sözlü İfadenin Yerini İşaret Dili Aldı
Fatih Sultan Mehmed’in Kanunnamesi’nde, padişahların yemek yemesinden, Divan-ı Hümâyûn toplantılarına kadar birçok meselede, kendisi ile devlet erkânı arasına mesafe koyması, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nden başlayarak sarayda sözlü ifade yerine işaret dilinin hâkim olması, saltanat ve hükümdar mefhumuna getirilen yeni bakış açısının tezahürleri olmuştur. Bu anlayış, Avrupa monarşilerinde de açıkça görülür; örneğin, Fransa Hükümdarı XIV. Louis kendisini, Güneş Kral olarak ifade ederek gücünü görünür kılar iken, Osmanlı sultanının gücü, gözlerden uzak durmasında ifadesini bulmuştur.
Resmiyet Hakimdi
Padişahın kadınefendi ve ikballeriyle buluşması tam bir mahremiyet içinde gerçekleşirdi. Kadınefendiler ya da ikballer, kendi dairelerinden padişah dairesine gitmeleri gerektiğinde, hazinedar kalfalar tarafından davet edilirler ve bu kalfaların eşliğinde huzura çıkarılırlardı. Padişah eşleri (kadınefendi ve ikballer) müsaade çıkmadıkça huzurda oturamadıkları gibi, konuşurken de daima resmî dille konuşup resmî hareket ederlerdi. Padişah haremdeyken hiç kimse ortalarda dolaşamadığından ortama sessizlik hakimdir.
Gümüş Çivili Ayakkabıların Sırrı
Padişah haremde yürürken ayakkabısının altında gümüş çiviler olurdu; bu suretle, padişahın yürüyüşü, kundura çivilerinin sesinden uzaktan duyulur ve kadınlar, onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Çünkü saray âdâbınca karşılaşmak hürmetsizlik sayılmış ve buna “hünkâra çatmak” denilmiştir.
Kültür – Eğlence
Kadınefendiler ve ikballer, Kur’an-ı Kerim, tarih, kitap ve gazete okur, piyano çalar, eski oyunlardan domino, peçiç, tavla oyunlarıyla ve birbirlerine gidip sohbetle vakit geçirirlerdi. 20. yüzyıl başlarında, saraylı hanımların benimsediği Batılı bir âdet ise “beş çayı” olmuştur. Pastanelerden sipariş verilen pasta, bisküvi gibi yiyeceklerin yanında çay içmek ve çay ziyafeti vermek, saray ve zengin konaklarında yaygın bir âdet haline gelmişti. Sarayın Mabeyn bölümünde tiyatro, pandomim gibi sanatsal etkinlikler düzenlenir, harem mensupları ise bu kültürel etkinlikleri, yaldızlı paravanlar arkasından izlerdi. Bu tür etkinlikler, Dolmabahçe Sarayı Mabeyn Zülvecheyn Salonu’nda gerçekleştirilirdi.
Alışverişleri
Kadınefendiler ve ikballer, dairelerinin ihtiyaçlarını kalfaları aracılığı ile temin ederlerdi. Kalfalar, efendilerinin şahsi siparişlerini veya dairenin genel ihtiyaçlarını pusulalara yazarak taleplerini beyan ederlerdi. Talep edilen eşyanın, kadınefendinin rutin gelirini aştığı hallerde ise ellerinde bulunan mücevherleri, kalfaları aracılığı ile esnafa gönderirlerdi. Padişah hareminin, dükkânlara girip alışveriş yapmaları, saltanatın (ya da hanedanın) imajına halel getireceği düşünüldüğünden bohçacı kadınlar saraya gelirlerdi. Satın alınan eğer kumaş ise bir kısmı hemen terziye gönderilir, terzi de önceden verilen ölçülere göre dikerdi. Giysiler kemha bohçalarda ya da futalarda (ipek peştamal) saklanır, iç çamaşırları, mendil, ferace, yatak takımları da dolap raflarında bohçalarda muhafaza edilirdi.
Gezmeleri
Osmanlı toplumunda belli bir düzeydeki kadınlar, fevkalade durumlar olmadıkça gündüz sokağa çıkmazlardı. Aynı şekilde Harem-i Hümâyûn’un yüksek mevkideki kadınları, büyük nüfuzlarına rağmen çoğunlukla sarayda kapalı kalmışlar, saray dışına ancak harem ağalarının denetimi altında çıkabilmişlerdir. Sadece valide sultan, harem dışında hareket etme hakkına sahip olmasına karşın, onun da erkeklerle yüz yüze ilişkisi olmamıştır. Harem kadınları, dış dünyayla olan ilişkilerini kethudaları ya da baltacıları aracılığı ile sağlamışlardır ki son yüzyılda bunlar daire müdürü olarak da adlandırılmışlardır. Harem ağalarının da bu iletişimde rolü olmuştur.
Kadınefendilerin En Gözde Mekanları: Gülhane, Fatih, Kağıthane, Eyüp ve Balmumcu
Harem mensuplarının, II. Mahmud Dönemi ile beraber dışa açılması başlamışken, Sultan Abdülmecid Dönemi’nde ise mesire yerlerinde gezmeler iyice artmıştır. Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde ise görece içe kapanan harem mensupları, II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte toplumsal yaşama katılma konusunda daha çok serbestlik elde etmişlerdir. Hanımlar çoğunlukla, Gülhane Parkı, Hürriyet-i Ebediye Tepesi, Kâğıthane, Balmumcu Çiftliği civarına, bazen de Eyüp Sultan’a gitmiş, ara sıra da Fatih ve Sultanahmed türbelerini ziyaret etmişlerdir. Bu geziler esnasında, kadınefendilerin arabaları da birbirlerini hiyerarşik olarak izlemiştir.
Zülvecheyn Dairesi’nde Teravih Namazları
Sarayda, Ramazan aylarında ve mübarek günlerde, ibadetleri asla aksatmayan harem mensupları, gündüzleri Mabeyn’de yaldızlı kafes paravan arkasında hafızları, vaizleri dinlemiş; akşam yine orada, halk için serilmiş olan uzun seccadelerde; sultanlar ise cariyeleri tarafından getirilen kendi seccadelerinde teravih namazlarını kılmışlardır. Teravih namazları için Dolmabahçe Sarayı’nın Zülvecheyn Dairesi kullanılmıştır. Ramazan ayının on beşinci günü, Hırka-i Şerif ziyareti gerçekleştirilirken, kalfalar, kapaklı, tabaklı küçük billur kâseler içinde buhurlar takdim ederlerdi.