Mehmed Akif Ersoy’un torunu Selma Argon: Yarın dünden güzel olacak

Mehmed Akif Ersoy’un torunu Selma Argon: Yarın dünden güzel olacak

“Torununun Dilinden Mehmed Akif Ersoy”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü’nün “Özel Etkinlik” programları dahilinde, Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği ve Bakırköy Anadolu Lisesi’nin katkılarıyla hazırlanan “Torununun Dilinden Mehmed Akif Ersoy” programı Cem Karaca Kültür Merkezi’nde yapıldı. Başkanlığını Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İlesam) İstanbul Şubesi’nin Başkanı Cafer Vayni’nin yaptığı panele konuşmacı olarak Yazar Fatih Bayhan ve Mehmed Akif Ersoy’un torunu Selma Argon katıldı.

Program

Sunuculuğunu Bakırköy Anadolu Lisesi Kimya Öğretmeni Sevil Yılmaz Turan’ın yaptığı program, İstiklâl Marşı’nın tamamının okunması, saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın söylenmesi ile başladı.

Bakırköy Anadolu Lisesi Müdürü İrfan Müftüoğlu, programın açış konuşmasında, Mehmed Akif Ersoy’un gayesinin, ülkemizin düştüğü zor durumdan kurtulması ve müreffeh, gelişmiş, güçlü bir ülke hâline gelmesi olduğunu belirtti. Müftüoğlu, “Bunun yolu da bağnazlıktan, vurdumduymazlıktan kaçınarak, kadim kültürümüze, millî-manevî değerlerimize bağlı kalarak çalışmak, dünyadaki tüm uygarlıklardan, bilim ve teknikten istifade etmekti; ama asla benliğimize, inancımıza, kültürümüze yabancılaşmamaktı” dedi.

Bakırköy Öğrenci Meclisi Başkanı Ata Aydın, “Bu gün bizler, belki de millet olarak en çok ihtiyacımız olan şeyi duymaya geldik. Tıpkı onun gibi “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” demeye geldik dedi.

Panelin başkanlığını yürüten Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İlesam) İstanbul Şubesi’nin Başkanı Cafer Vayni, bundan sonra her ay Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde bir program yapacaklarını, bu faaliyetlerden sonra da öğrencilerden duygu ve düşüncelerini yazmalarını isteyeceklerini, bu yazıların da kitap hâline getirilmesini istediklerini söyledi. Vayni, “Çünkü ben, biliyorum ki bu gençlerin içerisinde üslûbu, anlatımı çok üst düzeyde gençler var” dedi.

Vayni’nin ardından söz alan Yazar Fatih Bayhan, son 5 yıldır Selma Argon’la birlikte Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde konferanslar verdiklerini, son 2 yıldır da Avrupa’dan, Balkanlardan davetler aldıklarını belirterek, “Elhamdülillah, gittiğimiz her yerde Akif üstadı, bereketiyle, enerjisiyle hazır buluyoruz” diye konuştu.

Mehmed Akif Ersoy’un torunu Selma Argon’un, Akif’in ailsesinden bir parça olarak salonda bulunmasının önemine işaret eden Bayhan, “Bunun ne anlama geldiğini belki bu yaşlarda idrak edemeyeceksiniz; ama ilerleyen yaşlarda bu günü hiçbir zaman unutmayacaksınız” dedi.

Akif’in dirayetine işaret eden Bayhan, “Terörle toplumu terbiye etmeye kalkan ve bir ucu dışarıda olduğu o kadar aşikâr olan mekanizmalar bilsinler ki, bu toplumda çok Mehmed Akif var. (…) Ve bu topraklarda milyonlarca Seyid Çavuşlar var, kahramanlar var, mütefekkirler var” diye konuştu.

Bayhan: Ufkunuzu İngiliz emperyalizminin haritalarıyla sınırlandırmayın

Gençlere ufuklarını geniş tutmalarını tavsiye eden Bayhan, şöyle konuştu:

“Ben, konferanslarımda Millî Eğitim Müdürlerimize de söylüyorum, Sayın Bakanımıza da rica ettik; bu kitaplarımızın arkasındaki Türkiye haritası var ya, Edirne’den Kars’a, bunu koymayın. Neden? Oraya dünya haritası koyun da, gençlerin ufukları dünyayı sarsın. Bu milletin gençliği, Edirne’den Kars’a zihnini sınırlamasın; ama pergelin ucu da Türkiye’de dursun. İstanbul’da dursun, Ankara’da dursun, Diyarbakır’da dursun, Kars’ta dursun, Şırnak’ta dursun. Tek karış toprağı, düşmanın namert bakışına eritmesin. Sağ olsunlar, onlar da bu konuda olumlu tepkiler verdiler. Ben, sizlere de söylüyorum; ne olur, haritalara, bu günkü İngiliz emperyalizminin cetvelle oluşturduğu haritalara bakmayın. Bakıyorsanız da bilgi amaçlı bakın, ama zihninizi sınırlamayın; ufkunuz geniş olsun. Biz, bir ucu Yemen’de, bir ucu Kafkasya’da, bir ucu Balkanlarda Macaristan’a dayanmış bir milletin evlatlarıyız. Kimin evlatları olduğunuzu asla unutmayın. Akif’i bu gözle ele alın. O, bu inançla Yemen’e gitti. Bu inançla Anadolu’yu gezdi ve Balkanların o paramparça, lime lime edildiği dönemde Balkanlarda yaşanan gafletin Ortadoğu’da yaşanmaması için, Kafkasya’da yaşanmaması için gayret gösterdi.”

Akif, önce Kur’ân şairidir

Akif’i hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgiler veren Bayhan, “Akif’i Akif yapan, “Kur’ân şairi” sıfatıdır. O yüzden 1908’de Tanzimat’la beraber başlayan o süreçte yayınladığı ilk şiir de Kur’ân’a hitaptır. (…) Biz, Akif’i İstiklâl Marşı’nın şairi olarak biliriz, tanırız, muhabbet ederiz; ama Akif, istiklâl şairliğinden önce Kur’ân şairidir, toplum şairidir, halk şairidir. (…) Ama Mustafa Kemal Paşa’dan mektup geldiğinde hanımına ‘Benim çantamı hazırlayın. Ankara’dan çağrılıyoruz’ diyerek bir gün dahi beklemeden Anadolu’ya dönecek kadar da vatanseverdir” diye konuştu.

“Akif’in aile tarafı çok önemli” diyen Bayhan, İstiklâl Marşı’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden önce aile meclisinde okunduğunu söyledi.

Şehirlerin yabancı şehirlere olan mesafelerini gösteren tabelalara dair itirazını da dile getiren Bayhan, bu konuda şunları söyledi:

“Ben, Melih başkana bir tavsiyede bulundum bir canlı yayında, sonra teşekkür etti. Dedim ki yazmışsınız; Adana 450 Km., Samsun 500 Km., İstanbul 370 Km. Onun altına bir şey daha yazacaksınız; Bakü 700 Km., Cidde 600 Km., Kudüs 800 Km., Yemen 1000 Km. yazacaksınız, bu toplum, oralara olan uzaklık algısını düzeltecek. Halep’i yazacaksınız dedim, 300 Km. Üsküp’ü yazacak İstanbul Belediyesi, trafik. Ne yazacak? 300 Km. Arabanıza bindiniz, 3 saat sonra Üsküp’tesiniz. Buralar, bize bu kadar yakın… Akif, işte bu yakınlığı o şartlarda bilen ve idrak eden bir mütefekkir olarak hayatımızdaydı, bu gün de hayatımızda. O yüzden Safahat’ı bu bilinçle okuyacağız. Bu ümmet coğrafyasını diri tutma bilinciyle. Dışlamadan. İnsanlığı inşa ederek, merhameti inşa ederek, kardeşliği inşa ederek. ‘Sizin en hayırlınız, insanlığa en faydalı olandır’ düsturuyla, inancıyla, bütün insanlığı merhametle kuşatarak. Bu gün buna çok ihtiyacımız var; çünkü Batı, kendisi dışındaki hiçbir fikre yaşam alanı vermeyen katı bir anlayışa sahip. Bizim yeni bir medeniyet inşa etme mecburiyetimiz var ve bu medeniyet, bizim tarihimizde.”

Selma Argon

Akif, başarılı bir sporcuydu

Mehmed Akif Ersoy’un torunu Selma Argon, dedesinin hayatı hakkında bilgiler verirken, Akif’in spora olan ilgisi ve kabiliyetinden de bahsetti. Argon, “Yürümeyi çok seven, spor yapmayı çok seven bir insan. Şimdi bahsedeceğim şeyleri belki de bir kısmınız hiç bilmiyor. Sporcudur. Boğazı defalarca yüzerek geçmiştir. Bunları annemden dinledim. Taş atmada ustaymış. O zaman ‘taş atma’ diye bir spor var. Atlara biner ve okulundan çıktıktan sonra at sırtında bütün Anadolu’yu dolaşmıştır. (…) Okulda hep birinci. Güreşte birinci. Güreşir. Kıyıcı Osman Pehlivan’dan Çatalca’da dersler alıp, kıspet giyip güreştiğini söylerler. Herkes biliyor ama annesinden saklarmış. Yağlanıp orada güreşirmiş. Okulda da herkesi yenen bir arkadaşını, artık dayanamamış, onu da yenmiş” diye konuştu.

Mehmed Akif Ersoy’un Anadolu’yu karış karış dolaştığını vurgulayan Argon, onun Anadolu insanını yakından tanıdığını, yoksul Anadolu insanının vicdanının sesi olduğu ifade etti.

İyi derecede Arapça bilen Akif’in, sömürge ülkelerindeki Müslümanlara aslında kiminle savaştırılmak istendiklerini anlatmak için yaptığı yurt dışı seyahatlerine de temas eden Argon, bilimsel çalışmalara hayran olan Akif’in, Berlin seyahatinde asıl vazifesinin dışında laboratuvarları da incelediğini, teknik üstünlüklerinin sebeplerini öğrenmeye çalıştığını anlattı.

Akif’in Teşkilat-ı Mahsusa (Millî İstihbarat Teşkilatı) görevlisi olarak Necid çöllerine gittiği dönemden de bahseden Argon, görevli ekibin o dönemde çektikleri sıkıntıları da dile getirdi.

Çanakkale şiiri Akif’e, gönül gözü açılarak yazdırılmıştır

Mehmed Akif Ersoy’un Çanakkale muharebelerine verdiği özel önem üzerinde duran Selma Argon, bu konuda şunları söyledi:

“Dedemin aklında Berlin’den beri Çanakkale vardır. Çanakkale, çok önemlidir bizim hayatımızda. Eğer o düşerse İstanbul düşer, İstanbul düşerse de hiçbir şey kalmaz biliyorsunuz. Hep soruyormuş çölde de: “Ne olacak? Acaba ne haber gelecek?” Hiçbir zaman menfi (olumsuz) bir cevabı, asla “Yenileceğiz, çöktük…” öyle bir cevabı istemiyor; çünkü hep ümidi var. Hayatı boyunca bütün çektiği çilelere, bütün çektiği zorluklara rağmen ümidini, inancını ve inandığı yolu hiçbir zaman terk etmemiştir. Ve en nihayet bir gün, bekledikleri o güzel haber gelir, o küçücük istasyonda. Enver Paşa, telgrafla haber verir. Kuşçubaşı Eşref, hemen koşar, Akif’e haber verir. Dedem, bir an donmuş. Bekliyor ki Kuşçubaşı Eşref, coşacak, zıplayacak, herhangi bir tepki gösterecek. Hiçbir tepki yok. Bir müddet donmuş kalmış. Sonradan, gözünden yaşlar akmaya başlamış. Tabii herkes ağlaşmış, herkes kucaklaşmış. Dedem, o gece küçücük, ahır gibi bir yere yerleşiyor. Küçük bir istasyon zaten. Bakımsız. Çok bakımsız bir yer. Yiyecek yok, hiçbir şey yok ve orada, şimdi okuduğunuz Çanakkale şiirini, hâlâ gözünüzün önünden film şeridi gibi geçen o şiiri, (Çanakkale’yi) görmeden, çöllerde yazar. Hani bir sürü insan sonradan Çanakkale’ye götürülmüştür; fakat ne öyle bir şiir yazıldı, ne de bundan sonra öyle bir şiir yazılabilir. Çünkü o kadar inanmış, şükür namazıyla Allah’ına ruhunu açmış bir insanın, gönül gözü açılmıştır o gece ve ona gösterilmiştir orası. Askerin yere düşerken çıkardığı ses, “Allah Allah” sesleri, bayrağı yerde bırakmamak için arkadan koşan askerin ayak sesleri, top sesleri, yerden çıkan toz sesleri, yani hepsini, bakın ben konuşurken bile tüylerim ürperiyor, gözünüzün önünde, ruhunuzun, kalbinizin içinde hissedersiniz. Nasıl yazılmıştır o şiir? (İlahî bir ilhamla) yazdırılmıştır. Çünkü o kadar temiz, inanmış bir Müslümanın gönül gözü açılmıştır. Bunu hocalarım da söylüyor, ben de buna yürekten inanıyorum. Hakikaten o şiir, bambaşka bir şiirdir. Mehmetçiğimize, askerimize hediye edilmiş en güzel destandır. Düşünün, onu (Mehmetçiği) nereye gönderiyor? Hiçbir yeri ona lâyık görmüyor, hiçbir şeyi ona lâyık görmüyor, Peygamberimizin kucağına gönderiyor. (Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber / Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.) Bundan daha büyük bir hediye olabilir mi?”

Selma Argon, daha sonra Akif’in yardımseverliğine dair bir anekdot (hikâyecik) anlattı. Argon’un naklettiğine göre istasyon şefinin eşi hamiledir, doğum hayli yaklaşmıştır ancak hiçbir şeyleri yoktur. Doğacak çocuğu saracak bir bezleri bile. Akif, bu duruma çok üzülür. Oradakilerden bir miktar para toplar ve Şam’a gider. 5 gün sonra, elinde hediyelerle döner…

Argon, daha sonra Akif’in, ne pahasına olursa olsun sözünde durması gibi bazı yüksek meziyetlerini anlattı.

Mevki ve para için yolundan dönenlerden olmadı

Akif’in, Allah ve Peygamber yolundan gitmekten asla vazgeçmemiş, tam olarak inanmış temiz bir Müslüman olduğunu ifade eden Argon, “Peygamberinin yolunda, bakın spor yapmış, mazlumları sevmiş, yetimleri sevmiş, onun gibi olmuş; dosdoğru gitmiş, ne bir mevki için, ne para için, ne herhangi bir arkadaşının sözü için inandığı yoldan asla vazgeçmemiştir. Size çizdiği yol da budur” diye konuştu.

Akif’in “Âsım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek / İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” mısralarını hatırlatan Argon, şöyle konuştu:

“Güvendiği Âsım’ın nesli Çanakkale’de çiğnetmedi, şimdi de çiğnetmeyecek. Aynı şeyler oluyor. Aynı şeyler, üzerimizde tekrarlanıyor. (…) Bunun için daima birlik, daima sırt sırta olmalıyız. İnanmalıyız kendimize. Başkalarına inanmamalıyız. (…) Akif, ‘taklitçi olmayın’ der gençlere; çünkü taklitçilik ikinci sınıflıktır. Türk Milleti, asla ikinci sınıf olmamıştır, asla olmayacaktır. (…) ve asla ve asla kimseye boyun eğmeyecektir. Ben, bunu sizin gözlerinizde de görüyorum. (…) Millî mücadeleye giden her bir fert, 12 yaşındaki dayım, hepsi millî kahramandır, bu vatan için gözünü kara bürümüş (gözünü budaktan sakınmayan) insanlardır. Bu vatan için ne zaman gerekse hepimiz öyle olacağız, biliyorum. Ben, şu yaşımda bile giderim. Hiç gözümü bile kırpmadan giderim.”

Selma Argon, konuşmasının sonunda, annesi çocuk beklerken kendilerinin isimlerini Ferda ve Selma olarak Akif’in Mısır’dan mektupla gönderdiğini belirterek, “Ferda Kadın” şiirini okudu. Argon, Fatih Bayhan’ın “Dedem Mehmed Akif” kitabını kendisi ve Ferda Argon ile beraber hazırladığını ancak Ferda Argon’un kitabın basıldığını göremeden vefat ettiğini belirtti.

“Ferda” kelimesinin Farsça “yarın” anlamına geldiğini belirten Selma Argon, Akif’in “Ferda Kadın” şiirindeki “Zira yarın dünden güzel” mısrasına atıfta bulunarak, sözlerini şöyle tamamladı:

“Yarına olan ümitleri, tek çocuk şiirinde de bellidir, öyle değil mi sizce de? ‘Yarın, dünden güzel’ diyor… Hoşça kalın…”

Ferda Kadın

Ferdâ Kadın! Ferdâ Kadın!

Ben görmeden sevdim seni.

Sen galiba gördün beni,

Pek ihtiyar, hoşlanmadın.

 

Ferdâ Kadın! Ferdâ Kadın!

Ey, yavrumun ilk yavrusu

Pek tatlı şeysin doğrusu,

Lâkin neden çirkin adın?

 

Yok yok, adın cidden güzel

Dünyada her şeyden güzel

Aydan güzel, günden güzel

Ay, gün nedir? Senden güzel

Hatta derim: Benden güzel

Zira “yarın” “dün”den güzel...

Mehmed Akif

Deden

Programın sonunda, konuşmacılara çiçek takdiminin ardından İlesam Üyesi TRT sunucusu Ayla Demirbaş Çayır’ın seslendirdiği Mehmed Akif Ersoy’un “Bülbül” şiiri sunuldu. Program, ilköğretim öğrencileri Ebru ve Nilüfer Eroğlu’nun keman ve kanunla icra ettikleri kısa konserle sona erdi.

Etkinlikte, öğrencilerin resim çalışmalarından oluşan “Safahat’tan Yansıyanlar” başlıklı bir resim sergisi de açıldı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü, izleyicilere kitap hediye etti.

(Haber: Sürur Öztürk)