Kahvenin 40 yıllık hatırı fincana işlendi

Kahvenin 40 yıllık hatırı fincana işlendi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür A.Ş., aslı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Müzesi Koleksiyonunda bulunan ve üzerinde Osmanlıca “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var” yazılı fincanı, reprodüksiyon olarak üretti.

150 yıl sonra bir ilk

Kültür A.Ş.’nin hediyelik eşya markası “Hediyem İstanbul” tarafından 150 yıl sonra ilk kez üretilen fincan, Osmanlı döneminde 19. yüzyılda Yıldız Sarayı’nda kullanıldı.

Aslı İBB Şehir Müzesi Koleksiyonuna,  “Env. No. 4165” ile kayıtlı “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var” yazılı fincan, reprodüksiyon olarak üretildi. Fincanın üzerindeki Osmanlıca yazı,  kûfi hatt ile Hattat Mustafa Parıldar tarafından yazıldı. Fincanın formu, yaygın olarak kullanılan kulplu fincanların aksine, Orta Asya kültürüne ait kulpsuz çay ve kahve fincanı özelliği taşıyor.

“Bir fincanın kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözünün ilginç hikâyesi

“Bir fincanın kahvenin kırk yıl hatırı var” sözü, yaygın bir rivayete göre; Üsküdarlı bir kahve satıcısının, Rum gemi kaptanına kahve ikram etmesiyle başlar. Aradan 40 yıl geçer ve Üsküdarlı kahveci, savaşta esir düşer. Kahveciyi tanıyan Rum kaptan, kendisine 40 yıl önce kahve ikram eden adamı unutmaz ve ona yardım eder.

Kahve Osmanlı’ya nasıl geldi?

1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul’a getirmiştir. Türkler tarafından bulunan yeni bir hazırlama metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek “Türk kahvesi” adını almıştır. İlk olarak Tahtakale’de açılan ve bütün şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk, kahveyle tanışmıştır.

Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavla oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin edildiği kahvehaneler ve kahve kültürü, dönemin sosyal hayatına damgasını vurmuştur. Türk kahvesinin yanında muhakkak bir bardak su ile reçel ya da lokum ikram edilirdi. Kahveden önce içilen su ile ağızdaki yemek tadı temizlenir, kahvenin tadı daha iyi alınırdı. Eskiden şeker olmadığından sade pişirilen kahveleri tatlandırmak amacıyla kahve yanında lokum ya da kaşıkla reçel yenirdi.

Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlanmıştır. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içilmiş ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram edilmiştir. Kısa sürede gerek İstanbul’a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlar, gerekse Osmanlı elçileri sayesinde Türk kahvesinin lezzeti ve şöhreti, önce Avrupa’ya, oradan da bütün dünyaya yayılmıştır.