“İstanbul’un 100 Tekkesi” Kültür A.Ş. Yayınları’ndan çıktı

“İstanbul’un 100 Tekkesi” Kültür A.Ş. Yayınları’ndan çıktı

İBB Kültür A.Ş., 1453’ten, 677 sayılı kanun ile yasaklandığı 1925 yılına kadar olan zaman diliminde, İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatında iz bırakan 100 tekkeyi tek kitapta topladı.

İstanbul’un 100’leri serisinin 81. kitabı olan İstanbul’un 100 Tekkesi, 15 yıllık araştırmasının ürünü olarak Araştırmacı yazar Mehmed Akif Köseoğlu tarafından hazırlandı.

472 yıllık zaman diliminde, İstanbul’da faaliyet gösteren 500 tekke arasından kitaba alınan 100 tekke; İstanbul’da bir tarikatın ilk açılan tekkesi olması, şeyhleri vasıtasıyla tarikat içinde kazandığı önem ve 1925 yılına kadar gelebilmesi gibi kıstaslar göz önüne alınarak seçilmiş. Kitapta tekkeler, alfabetik sırayla değil, ilçe ilçe sıralanmış.   

Kitapta, Evliya Çelebi’nin elini öpüp hayır duasını aldığı Durmuş Dede’den, Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi Yahya Efendi’ye, Buhara’da başlayan 118 yıllık ömrünün 50 yılını İstanbul’da geçiren Hasan Hüsâmeddin Uşşâkî’den, Sultan III. Ahmed’in Nureddin Cerrâhî için Karagümrük’te inşa ettirdiği tekkeye, Osmanlı’nın kuruluş devrinin en önemli tarîkatı olan ve yönetici sınıftan birçok kişinin mensup olduğu Zeyniyye’den, Kalenderî ve Mevlevî dervişlerine tahsis edilen Kalenderhâne’ye 100 tekke yer alıyor.

İBB Kültür A.Ş., İstanbul’un 100 Tekkesi ile, şehrin geçmişine ve manevî hayatına ışık tutan mekânları keşfetmeye yardımcı olmayı amaçlıyor.

Ayrışan değil farklılıklara kıymet veren bir toplum

İstanbul’un 100 Tekkesi’nde nefsini terbiye etmeye niyetlenen fertlere sığınak olan tekkelerin, fakir insanlarla zengin insanları bir çatı altında toplayarak sosyal kaynaşmanın da zeminini oluşturduğu belirtilmiş. Aynı sokakta birden fazla tekkenin faaliyet göstermesinin ise, ayrışan değil farklılıklarına kıymet veren çoğulcu bir toplumu ürettiği vurgusu yapılmış.

Edeb Yâ Hû

Yüzyıllar içinde, farklı tarikatlara bağlı 500’ün üzerinde tekkenin İstanbul’da faaliyet gösterdiği söylenen kitapta, her tarikatın nefsi terbiye metodu birbirinden faklı olsa da müşterek noktalarının “kâmil insan yetiştirmek” olduğu ifade edilmiş. Tekke levhalarının en meşhurlarından olan “Edeb Yâ Hû” ifadesi bu müesseselerin gerçek görevlerini de ziyaretçilere hatırlatmaktadır.

Kandil gecelerinin, Hüseyin gözyaşlarının kaynağı tekkeler

Kitapta, manevî hayatta yaşanagelen birçok geleneğin kaynağını tekkelerin oluşturduğu belirtiliyor. Buna göre, Muharrem ayında Hazret-i Hüseyin için dökülen gözyaşının, kandil geceleri yapılan zikirlerin, bayram sabahları oluşan coşkunun kaynağında da tekkeler bulunur.

Cemaatsiz kalan Hristiyan mâbedleri tekke oldu

İstanbul’un fethinden sonra göç eden Hıristiyanların cemaatsiz kalan mâbedleri  mescid, cami veya tekke olarak kullanılmaya başlanmış. Zaman zaman kargaşanın da yaşandığı fethin ilk yıllarında bazı dervişler devlet tarafından tekrar Anadolu’ya gönderilmiş.

İşte kitaptan bazı bölümler!

Rumeli Hisarı’ndan önce Bayrâmî dervişleri vardı

Üsküdar’da Türk yerleşimleri Orhan Gâzî dönemine kadar dayanmaktadır. Ahî zâviyelerinin bu dönemde kurulmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Rumeli Hisarı daha yapılmadan, o bölgede Bayrâmî dervişlerinin konakladığı kabir taşlarından anlaşılmaktadır.

Şeyh Vefa’ya vefa

1453’te sur içinin fethiyle birlikte dervişler de şehre gelerek muhtelif mekânlara yerleştiler. Fatih’in fikirlerine önem verdiği Bayrâmî şeyhi Akşemseddin, bir süre Pantokrator Manastırı’nda bir süre de Edirnekapı civarında ikamet etmiş, en son Göynük’e göç etmiştir. Osmanlı’nın kuruluş devrinin en önemli tarîkatı olan ve yönetici sınıftan birçok kişinin mensup olduğu Zeyniyye’den Şeyh Vefa için Fatih Sultan Mehmed bir cami, Sultan II. Bayezid de tekke ve türbe yaptırmıştır.

Kalenderî ve Haydârî dervişleri sürgüne gönderildi

Kalenderî ve Mevlevî dervişlerine tahsis edilen Vezneciler civarındaki kilise, sonradan Kalenderhâne Camii adını almıştır. Orta Asya ve Hind Yarımadası’ndan gelen dervişlere yeni bir mekân olarak Aksaray’da Hindîler Tekkesi inşâ edilmiştir. Sultan II. Bayezid devri ise çok sayıda tekkenin açıldığı bir dönem olmuş, îmâr faaliyetleriyle şehrin dokusu değişmeye başlamıştır. Bu dönemde Koca Mustafa Paşa tarafından eski bir kilise bakiyesi üzerine inşâ edilen külliyenin en önemli unsurunu Halvetî tekkesi oluşturmuştur. Sultan II. Bayezid, başına buyruk hareket eden Kalenderî ve Haydârî dervişlerini sürgüne gönderirken bir mürşidin etrafında yerleşik olarak tekkelerinde ikamet eden dervişleri desteklemiştir. Bu dönemde ilk kapsamlı Mevlevîhâne Galata’da inşâ edilmiştir.

Hanedan ve paşalar tarafından desteklendiler

16. yüzyıla gelindiğinde İstanbul’da artan Müslüman nüfusla birlikte tekkelerin sayısında da belirgin bir artış gözlenmektedir. Tekkeler gerek Osmanlı hanedanı gerekse paşalar tarafından kurulan vakıflar vasıtasıyla desteklenerek dervişlerin günlük ihtiyaçlarının karşılandığı, kendi ayakları üzerinde durabilen müesseseler halini almaya başlamıştır. Her bir tarikata bağlı çok sayıda tekkenin açılmasıyla âsitâne-dergâh-zâviye gibi isimlerle anılan hiyerarşik tekke tasnifleri de ortaya çıkmıştır. Âsitâne şeyhlerine Osmanlı padişahlarının gerekli ilgiyi gösterdikleri, ziyâretler yaptıkları ve tekkelere maddî destek sağladıkları tarihî kaynaklarda anlatılmaktadır. Sultan II. Bayezid tarafından Nakşibendiyye’nin önemli şeyhlerinden Emîr Ahmed Buhârî için Fatih Camii’nin karşısına tekke yaptırılması, Halvetîlerin kadîm tekkesi Koca Mustafa Paşa Hankâhı’na Yavuz ve Kanunî’nin ziyâretleri, Celvetî şeyhi Azîz Mahmud Hüdâyî’ye Sultan I. Ahmed’in gösterdiği hürmet, Sultan III. Ahmed’in Halvetiyye’nin Cerrâhiyye şubesinin pîri Nureddin Cerrâhî için Karagümrük semtinde tekke yaptırması gibi uygulamalar âsitâne şeyhleri ile Osmanlı Sultanları arasındaki yakın münasebetin örneklerindendir.

Sultanlar ve Sufîler

Ancak sultanlar ile sufîler arasındaki ilişki her zaman bu şekilde gelişmemiş, devlet otoritesiyle arası açılan bazı şeyhler îdam veya sürgün cezaları almıştır. Kanunî, Doğu seferinde Aksaray’da ziyâret ettiği Bayrâmî-Melâmî kutbu Pîr Ali’ye hürmet göstermiş ve kendisinden halkı irşâd için oğlunu İstanbul’a göndermesini istemiştir. Fakat oğlu İsmail Ma’şûkî’nin İstanbul’da muhtelif camilerde yaptığı vaazlar o dönemin yerleşik dinî anlayışıyla uyuşmayınca mahkemeye çıkarılıp îdamına hükmedilmiştir.

Musıkî, semâ ve sesli zikir yasaklandı

Pîr Ali’nin dâmâdı Ya’kûb Efendi de bu olayın tesiriyle sürgüne gönderildiği halde sonradan affedilmiş, Kanunî tarafından kendisine bir tekke yaptırılmıştır. Muhyiddin Karamânî, Hamza Bâlî ve Sütçü Beşir Ağa da idama mahkûm edilen sufîlerdendir. Tasavvufa muhâlif ulemânın Sultanlar nezdindeki itibarının arttığı dönemlerde tekkelerin faaliyeti kısıtlanmış, 1667-1684 tarihleri arasında Osmanlı Devleti'nde tekkelerde musıkî icrası, semâ âyini ve sesli zikir yasaklanmıştır.

Bestekâr, şair, hattat, ebruzen ve bilim insanı tekke ehli

Osmanlıda cehrî zikir yapılan tekkeler musıkî sanatının gelişmesine yardımcı olmuştur. Hammâmîzade İsmail Dede ve Zekâî Dede gibi bestekârlar Mevlevîler arasından çıkmıştır.

Tekkeler aynı zamanda önemli hat sanatkârlarının yetiştikleri muhitler olmuştur. Amasya’da şehzadeliğinde II. Bayezid’e hat meşk ettiren Şeyh Hamdullah (v. 1520), İstanbul’a gelişinde Okçular Tekkesi şeyhliğine tâyin olunmuştur. Ahmed Şemseddin-i Karahisarî (v. 1556), Hâfız Osman Efendi (v. 1699), Yahya Efendi Tekkesi zâkirbaşısı Hacı Nuri Korman (v. 1951) tekkelerde yetişmiş hat sanatımızın sayısız önemli simalarındandır.

Şiir sanatında da tasavvuf ehlinin katkıları yadsınamaz. Tekke şeyhlerinin nutuk adı verilen dinî temalı şiirleri çoğu zaman bestelenerek tekkelerde zikir esnasında okunmuştur. Birçok şair şeyhin de dîvanları bulunmaktadır. Emirler Tekkesi şeyhi Nizamoğlu Seyfullah Kâsım Efendi, Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Gâlib Dede, Kefevî Tekkesi Şeyhi Ali Rızâ Vasfî Efendi, Üsküdar Mevlevîhânesi Şeyhi Ahmed Remzi (Akyürek) Dede, Kurban Nasuh Tekkesi Şeyhi Hayrullah Tâceddin Yalım şairliğiyle tanınan mutasavvıflardandır.

Üsküdar Özbekler Tekkesi Şeyhi M. Sâdık Efendi ve oğlu Şeyh Edhem Efendi yetiştirdikleri talebeler vasıtasıyla ebrû sanatının İstanbul’da yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Şeyh Edhem Efendi Mekteb-i Sanâyi’de İmâlât Müdürlüğü yapmış, su kuyusu tulumbası, sandala takılan pervâne, buhar makinası ve sünnet âleti gibi cihazlar geliştirmiştir.

Tekkelerin akıbeti

İstanbul’un farklı ilçelerinde, farklı tarîkatlara bağlı olarak faaliyet göstermiş tekkelerden bir kısmı camiye dönüşüp bugünlere ulaşabilmişken çoğunluğu 90 yılı aşan yasaklı dönemde bakımsızlıktan yıkılıp yok olmuştur. Bazılarının arsası satılmış, bazılarının arsasına yeni kamu binaları yapılmış, bir kısmı ise rekonstrüksiyon metoduyla yeniden inşâ edilmiş ve sivil toplum kuruluşlarının kullanımına tahsis edilmiştir.

İŞTE “İSTANBUL’UN 100 TEKKESİ”NDEN BİRKAÇI:

Günümüzde Beşiktaş İlçesi, Bebek Mahallesi, Yahya Kemal Caddesi, 73 ada 65 parsel olarak konumlandırılabilen Durmuş Dede Tekkesi’nden nakledilmiş birkaç kabir dışında eser kalmamıştır. Osmanlı döneminde Rumeli Hisarı’nın dışında deniz kıyısında bir yalıyı andıran bu tekkeyi 1528 yılında Pîr İbrâhim-i Gülşenî’nin halîfesi Hasan Zarifî Efendi tesis etmiştir. Sirozlu olan Hasan Zarîfî Efendi, Hacc’a giderken Kahire’de Halvetiye’nin Gülşeniye kolunun pîri İbrâhim-i Gülşenî’ye intisab etmiş ve tasavvufî mertebeleri tamamlayıp hilafete lâyık bulunmuştur. Kanunî’nin daveti üzerine İstanbul’a gelen İbrâhim-i Gülşenî’ye refakat eden Hasan Zarifî Efendi, Rüstem Paşa’nın bir halîfenin İstanbul’da bırakılması ricası üzerine payitahtta kalmıştır. 41 sene tekkede halkı irşâd eden Hasan Zarifî Efendi 1569 yılında vefat edince Hisar’ın hemen yakınına defnedilmiştir. 1920’lerde kabrini ziyâret eden Hüseyin Vassaf, türbesinin bulunmadığını, yolun üst tarafında harab halde bir kabir olduğunu bildirmektedir.

Evliya Çelebi, tekkeye adını veren Durmuş Dede’yi, elini öpüp hayır duasını aldığı, hâl ehli biri olarak anlatır. Kendisini ziyâret eden gemicilere, denizde balıkların gezdiği yerleri basiret gözüyle târif eden Durmuş Dede, Boğaziçi'ne nâzır bu mekânda 1616 yılında vefat etmiş ve sonrasında defnedildiği yerin üzerine bir türbe inşâ edilmişti. Türbenin duvarında “Hâk-i pây-i evliyaya yüzini sürmüş Dede / Bu hisarın kutbu olmuş hazret-i Durmuş Dede” kitabesi bulunuyordu. Evliya Çelebi, bu tekkenin türbedarlarının fukarâ-yı Bektâşiyândan olduğunu aktarmaktadır. Sultan I. Mahmud tarafından 18. yüzyılın ortalarında yeniden inşâ ettirilen tekkeye, Pîr Nureddin-i Cerrâhî’nin halîfesi Sertarîkzâde Muhammed Emin Efendi (v. 1759) tâyin olunmuştur.

Günümüzde Rumelihisarı’nın bitişiğindeki kabristanda Durmuş Dede’nin kabri yanında metfundur. 1899 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından yeniden inşâ ettirilen tekke, 1925 sonrasında bir süre okul olarak kullanılmıştır. 10 Ağustos 1939 tarihli Cumhuriyet Gazetesi haberinden anlaşıldığına göre tekke, bu tarihten kısa süre önce Bebek İstinye yolu açılırken yıktırılmıştır. Fahreddin Erenden’in bildirdiğine göre son şeyh Said Efendi arkada kalan arsaya iki mezar yeri yaptırarak Durmuş Dede’ninki ile hazîredeki diğer kabirleri buraya naklettirmiştir.

YAHYA EFENDİ TEKKESİ

Beşiktaş ile Ortaköy arasında Çırağan Caddesinde Yahya Efendi çıkmazında yer almaktadır. Trabzon Kadısı Ömer Efendi’nin oğlu olan Yahya Efendi, Kanunî Sultan Süleyman’ın da sütkardeşiydi.

Tahsil için İstanbul’a gelmiş, büyük âlim Zenbilli Ali Efendi’den ders almış, Canbâziyye, Efdâliyye ve Fâtih Medreseleri’nde müderris olarak vazife üstlenmiştir. Emekliliğinde bugünkü tekkenin bulunduğu araziyi satın alarak mescid, hamam, medrese, derviş hücreleri ve çeşme gibi yapılardan oluşan bir külliye inşâ ettirmeye muvaffak olmuştur.

Hızır Nebî ile mülâkat eden Yahya Efendi

Yahya Efendi’nin hangi tarîkate mensup olduğu, yazdığı eserlerden anlaşılamamakta, Üveysî meşrep olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim Evliya Çelebi, Yahya Efendi’nin her Cuma gecesi Hızır Nebî ile mülâkat ederek ilm-i ledün öğrendiğini yazmaktadır. 1570 yılında Kurban Bayramı arefesinde vefat edince Şeyhü’l-islâm Ebu’s Suud Efendi tarafından Bayram Namazı sonrası Cenaze Namazı eda edilmiştir. Sultan II. Selim tarafından Mimar Sinan’a bir türbe inşâ ettirilmiştir. Türbede Yahya Efendi'nin oğulları Ali ve İbrâhim Efendi de medfundur. Bu mekânda 19. yüzyıl başlarında Nakşıbendiyye’ye mensup Yusuf Efendi türbedâr olarak bulunmuş ve 1805 yılında vefat etmiştir.

Sonrasında vazife üstlenen dâmâdı Şeyh Hâfız el Hac Ali Efendi, Ahmed Cevdet Paşa’ya göre Nakşıbendiyye’den, Hüseyin Vassaf ’a göre ise Celvetiyyeden feyz almıştır. 1826 yılında Topkapı Sarayı’nda Bektâşî tekkelerinin kapatılmasına yönelik yapılan toplantıda bulunan Şeyh Ali Efendi, 1835 yılında vefat etmiş ve türbe kapısının önüne defnedilmiştir. Sultan II. Mahmud tarafından 1826'da Sulucakarahöyük’teki Hacı Bektâş-ı Velî Dergâhı şeyhliğine tâyin edilen Nakşî-Müceddidî meşâyihinden Muhammed Said Efendi’den icazet alan Muhammed Nurî Şemseddîn Efendi, 30 yıla yakın Yahya Efendi Tekkesi’nde irşâd postunda oturmuştur. Miftâhu’l-kulûb, Risâle-i Murâkabe, Vasiyyet-nâme ve Pend-nâme gibi eserler yazan, birçok halîfe yetiştiren M. Nurî Şemseddîn Efendi, 1864 yılında vefat etmiş ve türbe içine defnedilmiştir. Halîfesi Kalkandelenli Mustafa Ruhî Efendi, Üsküp’te tarîkati yaymıştır. 31 Mart Hadisesi’nde Yıldız Sarayı’nı basan eşkıyanın Saray Kütüphânesi’ni talanına Mustafa Ruhî Efendi’nin oğlu Hâfız-ı kütüp Sabri Kalkandelen (v. 1943) mânî olmuş ve o kıymetli kitapların bugünlere ulaşmasına vesile olmuştur.

Yahya Efendi Dergâhı, 1925'te tekkelerin seddolunması sonrasında cami olarak faaliyet göstermeye başlamıştır. Tekkenin kütüphânesi 1940 yılında Süleymaniye Kütüphânesi'ne nakledilmiştir. Şeyh evinin bulunduğu kısım satılmış, arsasına villalar inşâ edilmiştir. Tekkenin etrafındaki kabristanda Osmanlı Hânedanı üyeleri, devlet adamları ve tasavvuf ehli başta olmak üzere çok sayıda tarihî şahsiyet yatmaktadır.

UŞŞAKÎ ÂSİTÂNESİ (HASAN HÜSÂMEDDÎN UŞŞÂKÎ TEKKESİ)

118 yıllık bereketli ömrü Buhara’da 1475 yılında başlayan Halvetiyye’nin Uşşâkiyye kolunun pîri Hasan Hüsâmeddin Uşşâkî, Kübreviyye ve Nurbahşiyye tarîkatlarından tekmil-i kemalât eyledikten sonra Anadolu’ya göç etmiş ve Erzincan’da Şeyh Ahmed Semerkandî’nin tasavvufî halkasına dâhil olmuştur. Halvetiyye’nin Sinaniyye kolunun pîri Ümmî Sinan Efendi’nin halîfesi olan Şeyh Ahmed Semerkandî, Hasan Hüsâmeddin Efendi’nin manevî terakkiyi tamamladığına kanaat getirdiğinde, hilafet vererek 1524 yılında Uşşak’a irşâdla vazifeli kılmıştır.

50 yıla yakın bu şehirde ikâmet eden Hasan Hüsâmeddin Efendi’yi Manisa’da şehzâdeliği sırasında tanıyan Sultan III. Murad, 1574 yılı sonunda tahta çıkınca başşehire davet etmiştir. Bugünkü Beyoğlu İlçesi, Kasımpaşa Mevkii, Hacı Ahmet Mahallesi, Pir Hüsamettin Sokağı, 1175 ada 75 parselde, o dönem meskûn mahâl olmayan bir bölgede 1575 yılında tekkesini tesis etmiş ve 18 sene halkı irşâd ile vaktini geçirmiştir. 1593 yılında Hac dönüşü Konya’da vefat edince na’şı İstanbul’a getirilerek dergâhına defnedilmiştir. 18. yüzyılın ilk yarısında Tersane Emîni Yusuf Efendi tarafından, 19. yüzyılın ortalarında Şeyh Muhammed Sıdkî Efendi tarafından ve son kez de 1893 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından tekke binaları yenilenmiştir. Tevhidhâne, harem, selâmlık, türbe, mutfak ve hazîreden oluşan büyük bir külliye halindeki 350 yıllık tekkenin, 1925 yılında kapısı mühürlendiğinde Mustafa Hilmi Sâfî Efendi (v.1926) postnişîndi. Aksaray Uşşakî Tekkesi şeyhi Fahreddin-i Himmetî'den 3 Ekim 1906’da Berât Kandili’nde Halvetî-Uşşâkî hilafeti alan Mustafa Hilmi Sâfî Efendi, Fındıkzâde Tekkesi şeyhiyken 1918’de vuku bulan yangın üzerine Şeyhü’l-islam Musa Kâzım Efendi'nin delâletiyle Uşşâkî Âsitânesi'ne postnişîn tâyin edilmiştir.

Sefîne-i Evliya isimli mutasavvıf biyografilerini ihtiva eden mühim bir eser yazan İstanbul Gümrükler Baş Müdürü Hüseyin Vassaf da Mustafa Hilmi Safî Efendi’nin müntesiplerinden olup tekkenin kapandığı günleri şöyle anlatır: “3 Eylül 1341/(1925) ve 16 Safer 1344 târihli kânun mûcibince tekke ve zâviyeler bilâ-istisnâ kâmilen sed ve şeyhlik ve dervişlik ilgâ olunmakla, bu kânunun neşrini müteâkib Âsitâne-i Uşşâkıyye’ye gidememiş ve son âyînde kemâl-i teessürümden nâşî, bulunamamış idim. Türbe-i Hz. Pîr ile semâhâne ve şeyh ve dervîşân odaları geceleri me’mûrîn-i zâbıta tarafından mühürlenmiş ve mevcûd eşyâ kayd olunmuş idi. Azîzim Mustafa Efendi hazretleri harem dâiresinde odasına çekilip, burada uzletnişîn olup gelen giden mensûblarına neşr-i feyz-i hakâyık buyururlardı. Sekiz ay kadar bu sûretle geçti. İrtihâlleri vukûunda artık ihvân büsbütün târumâr oldu. Âsitâne-i Uşşâkıyye mesdûd, türbe-i pâk-i Hz. Pîr’in kuyusu mahtûm olmakla imkân-ı ziyâret-i sûriyye mefkûd idi. Gerçi gönül âleminde ayrılık gayrılık yok idi. Fakat sûret âlemi haylûlet ediyordu.” 1927 yılı Ağustos ayında Kız Mektebi olarak kullanılmak üzere boşaltılmış, tevhidhânesi yemek salonu yapılmıştır. 1960'da semâhâne, harem ve selamlık kısımları yıktırılarak yerine ilkokul inşâ edilmiştir. 1982'de tamirattan geçirilen türbe kısmı ile cümle kapısı günümüze intikal edebilmiştir. Tekkenin arsasında ise Piri Reis İlkokulu bulunmaktadır.

KAŞGÂRÎ (MURTAZA EFENDİ) TEKKESİ

Eyyûb Sultan Türbesi’nin arkasından başlayan ve kabristan içinden tarihî kahvenin bulunduğu tepeye doğru ilerleyen Arnavut kaldırımdan yüründüğünde sol tarafta bir cami göze çarpar. Bu cami, Yekçeşm Hacı Murtaza Efendi (v. 1747) tarafından 1745 yılında bir Nakşıbendî tekkesi olarak inşâ ettirilmiş, şeyhliğine ise Kaşgârî Hâce Abdullah Nidâî Efendi tâyin edilmiştir.

Abdullah Nidâî Efendi, Nakşıbendiyye’nin Ahrâriyye şubesine mensup Hâce Azhar Kaşgârî'nin halîfesidir. Doğu Türkistan’ın Kaşgâr şehrinde dünyaya gelen Abdullah Nidaî Efendi, İstanbul’a geldiğinde önce Eyüp, merkezde bulunan Kalenderhâne Tekkesi şeyhliğine tâyin edilmiştir. Bu tekkenin vakfiyesinde mücerred (bekâr) şeyhler tarafından idare edilmesi şartı bulunmaktaydı. Evlilik sebebiyle buradan ayrılan Abdullah Nidaî Efendi, Kaşgârî Tekkesi meşihatini üstlenmiştir.

20. Yüzyılın başına gelindiğinde Meclis-i Meşayih âzâlığında da bulunan Seyyid Muhammed Âşir Efendi tekkenin postnişîniydi. Seyyid Taha-yı Hakkârî’nin halîfesi Seyyid Fehim’den 1888 yılında hilafet alan Seyyid Abdu’l-hakîm Arvâsî’nin (Üçışık) (v. 1943) 1919 yılında burada postnişîn olmasıyla Nakşî-Hâlidî usûlü hatm-i hâcegân icrasına başlanmıştır. Aynı zamanda Süleymaniye Medresesi’nde müderris olarak görev yapan Seyyid Abdu’l-hakîm Efendi, 1925 sonrasında tekkenin yanındaki meşrutada ikametini sürdürmüştür. Necip Fazıl Kısakürek, 1934 yılında İstiklal Caddesi’ndeki Ağa Camii’nde Seyyid Abdu’l-hakîm Arvasî ile karşılaşmış, ardından Mesnevî şârihi ve eski Ankara Vâlisi Âbidin Paşa’nın torunu ressam Âbidin Dino ile birlikte Eyyûb Sultan Kabristanı’nın içindeki taşlığı geçerek Kaşgârî Tekkesi’nde Şeyh Efendi’yi ziyâret etmiştir. “Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız/ Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız” mısralarını Necip Fazıl, bağlandığı mürşîdi için yazmıştır. Sonraki dönemde kaleme aldığı O ve Ben, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Başbuğ Velîlerden 33 Altun Silsile gibi eserlerinde mürşîdinden aldığı terbiyenin izlerini görmek mümkündür. Seyyid Abdu’l-hakîm Arvasî dinî vaazlarından rahatsız olan çevrelerin etkisiyle Eylül 1943'te tutuklanarak İzmir'e götürüldü. Hastalığı sebebiyle Ankara’daki akrabalarının yanına gidişine izin verildikten sonra 27 Kasım 1943’te vefat etti. Kabri, Bağlum Kabristanı’ndadır. Kaşgârî Tekkesi’nin tevhidhânesi günümüzde cami olarak faaliyet göstermektedir. Derviş hücreleri yıkılmış, türbe ve hazîre kısımları bugüne ulaşmıştır. Camide, 2015 yılında kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatılmıştır.

İSLAM BEĞ BEDEVÎ TEKKESİ

Kanunî Sultan Süleyman'ın komutanlarından Kırşehirli İslam Beğ tarafından Eyüp’te, 1521 yılında bir cami yaptırılmıştır. Bugün, İslambey Mahallesi, İslambey Caddesi, İslambey Çeşmesi Sokağı’nda bulunan bu camiye 19. Yüzyıl başlarında Şeyh Osman Efendi (v. 1827) tarafından meşihat koydurulması suretiyle tarîkat faaliyeti başlamıştır. Osman Efendi’nin hangi tarîkate bağlı olduğu kaynaklarda belirtilmemektedir. Şeyh Hüseyin el Mısrî el Ahmedî Efendi’nin postnişîn olmasıyla bu tekke İstanbul’daki Bedeviyye tarikatına mensup tekkeler arasında âsitâne (merkez tekke) olarak kabul görmeye başlamıştır. Ardından halîfesi Muhammed Âşir el Mısrî el Ahmedî Efendi (v. 1900) 41 yıl burada meşihat sürmüş ve derviş terbiyesiyle meşgul olmuştur. Oğlu Hâfız İbrâhim el Ahmedî Efendi’nin şeyhliğinin 25. senesinde ise Türkiye’de tekkelerin faaliyeti yasaklanmıştır. Hâfız İbrâhim Efendi, 12 Ağustos 1929 günü vefat edince Eyyûb Sultan Kabristanı’nda İplikhâne mevkiine defnedilmiştir. Hâfız İbrâhim Efendi’nin oğlu Hâfız İsmail HakŞeyh Hüseyin el Mısrî el Ahmedî Efendi’nin postnişîn olmasıyla bu tekke, İstanbul’daki Bedeviyye tarikatına mensup tekkeler arasında âsitâne olarak kabul görmeye başlamıştır.