''İstanbul’un 100 Seyyahı'' kitapçılarda
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., İstanbul’un keşfedilmemiş değerlerini ortaya çıkarmak amacıyla eski zamanlarda şehre ayak basan, görüp hissettiklerini kaydeden 100 seyyahın hikâyesini tek kitapta bir araya getirdi.
Prof. Dr. Ümit Meriç’in yayın danışmanlığında hazırlanan İstanbul’un 100 Seyyahı isimli eser, İstanbul hakkında yazılmış ve fark edilmeyi bekleyen yüzlerce metnin, seyahatname okurlarının merakını uyandırması ve yeni araştırmalara kapı aralaması amacı taşıyor.
Kitapta, İstanbul’un etkisi altında kalarak gördüklerini kaleme alan yüz seyyahın ne sebeplerle İstanbul’da bulunduklarına, hangi güzergâhı takip ettiklerine, İstanbul hakkında kayıt tutmalarının sebeplerine, mesleklerine ve ilgi alanlarına dair bilgiler yer alıyor.
Bu seyyahlar arasında, 1920 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan Norveçli Knut Hamsun, seyahatinden sonra yazdığı hatıratında daha çok Sultan Abdülhamid devrinin İstanbul’unu öne çıkaran Fransız gazeteci ve araştırmacı Paul Fesch, dünyanın en meşhur seyyahlarında Evliya Çelebi, İstanbul’a dair hatıralarını yazarak şehri anlatan nadir kadın seyyahlardan Lady Montagu, anılarında Hürrem Sultan’ın vefatından bahseden Mekke’nin tanınmış alimlerinden Kudbuddîn Mekkî, esir düştüğünde Kaptan Sina Paşa’ya kendisini doktor olarak tanıtan ve bu sayede kürek çekmekten kurtularak Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’ı tedavi etmek için saraya giren Pedro De Urdemalas ve Avrupa’nın makineleşen, aşırı maddîleşen yaşamına karşı Doğu ülkelerindeki çekişmesiz, hoşgörülü yaşama özlem duyan Pierre Loti de yer alıyor.
Knut Hamsun (1899)
1920 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan Norveçli Knut Hamsun, 1899 yılında gerçekleştirdiği İstanbul seyahatini, 1905 yılında “Hilalin Altında” isimli bir kitap vasıtasıyla okuyucularıyla paylaşır. Knut Hamsun, İstanbul’a geldiği dönemde tahtta 2. Abdülhamid vardır ve Bağdat demiryolu inşasının imtiyazı Almanlara verilmiştir. Osmanlı idaresinin bu eğilimi, Hamsun’un ilgisini çekmiştir.
“Meraklılık Şarklıların tenezzül etmedikleri bir davranıştır”
…Girdiğimiz yer bir kahvehane, onun için kahve ısmarlıyoruz. Buraya ilk defa bir kadın ayağı basıyor olma ihtimaline rağmen, gelişimize kimse şaşırmamış gibi davranıyor. Müşterilerin hepsi bizden tarafa bakmamak üzere anlaşmışlar sanki. Meraklılık, Şarklıların tenezzül etmedikleri bir davranıştır. Şark’ta pek çok dükkânda alışveriş ettik, bize kahve ve sigara ikram edildi, ancak alışveriş tamamlandıktan sonra, dükkân sahipleri nereden gelip nereye gittiğimizi sordular, daha da fazlası onları alâkadar etmiyordu.
Paul Fesch (1907)
“Satılacak bir mal, Türk müşterisi tarafından bir kez terk edildi mi…”
Fransız gazeteci ve araştırmacı olan Paul Fech 2. Abdülhamid döneminde Türkiye’ye yaptığı seyahatin ardından “Abdülhamid’in Son Günlerinde İstanbul” kitabını yayımlar (1907). Fesch, kitabın önsözünde, “…kitap için ilk önceleri düşündüğüm güzellik ve çirkinliğin çarpıcı karşıtlıkları içindeki bir İstanbul tasviri, güneş ışınlarının sisi dağıtması gibi yok oldu gitti” der ve tabiatın İstanbul’u canlı ve değişik renklerle o kadar güçlü bir fırça vuruşuyla resmettiğini söyler.
İstanbul halkının giyim kuşama verdiği öneme uzun uzadıya değinen Fesch, bu pazarın önemini şu sözleri ile vurgular: “Satılacak bir mal, Türk müşterisi tarafından herhangi bir sebeple bir kere terkedildi mi; onu üreten ülke, fiyatı, kalitesi hiçbir anlam ifade etmez ve o mal bir daha asla pazarda yer bulamaz”
Lady Montagu (1717)
İki çocuğunu İstanbul’da aşılattı
İstanbul’un misafir ettiği, İstanbul’a dair hatıralarını yazan nadir kadın seyyahlardan biri olma vasfına sahip Lady Montagu, 1689 yılında Londra’da soylu bir ailenin çocuğu olarak doğar. Elçi olan kocası Edward Wortley Montagu’yla birlikte Hanover, Rotterdam, Nürnberg, Viyana şehirlerini ziyaret ettikten sonra 1717 yılında, Petrovaradin-Belgrad-Edirne üzerinden İstanbul’a varır.
İngiltere’de bıraktığı arkadaşlarına yazdığı mektuplar, 18. yüzyılın İstanbul’u ve 3. Ahmed dönemi Osmanlı sosyal ve ekonomik hayatına dair yazılmış kıymetli metinlerdir.
Lady Montagu’nun mektupları, o zamanın Osmanlı toplumunu Avrupalı, seçkin bir kadının gözüyle anlatması daha da değerli yapar. Çünkü hem elçi eşidir hem de kadındır. Bu durum, Osmanlı bürokrasisinde görevli insanlardan, ziyarete gittiği evlerin harem dairelerine, şehirde gördüğü eski eserlerden, tanıştığı kadınlara ve onların kıyafetlerine varıncaya kadar, ona ve mensubu bulunduğu topluma ilginç gelen birçok şeyi görme fırsatı verir.
Kendisi de çiçek hastalığı geçiren Lady Montagu, İngiltere’de henüz bulunmayan çiçek aşısının İstanbul’da yaygın bir şekilde kullanıldığını hayretle görür ve hemen iki çocuğunu aşılatır. Lâle Devri’nin başlangıcında ikamet ettiği bu payitaht şehrini ince ayrıntılarla süsleyerek anlatır.
Kudbüddin Mekkî (1557)
“Onu çıldırasıya seven sultanın yüreği ölümü ile parçalanmıştır”
Mekke Şerifi Seyyid Hüseyin Ebi Nemi, Medine’deki yeniçeri ağasının zulmünden bıkarak, onun Medine’den çıkarılmasını talep etmesi için Mekkî’yi elçi olarak payitahta gönderir.
Zamanın Osmanlı hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman, şerifin azil arzusunu yerine getirmeyip askerî otoriteyi muhafaza etmeyi tercih eder. Fakat Mekkî’nin de muteber bir âlim olduğunu takdir edip, ona Mekke’de yaptırdığı dört medreseden birinde yetmiş akçeyle müderrislik verir.
“El-Fevâidu’s-Seniyye fî Rıhleti’l- Medîneti’r-Rûmiyye” ismini verdiği seyahatnamesi, İstanbul’la birlikte Anadolu’nun çeşitli şehirleri hakkında bilgi içermektedir. Mekkî, kitabında Hürrem Sultan’ın vefatından şu şekilde bahseder: “Cemaziyelahir’in 26. günü padişahların (şehzadelerin) annesi, bir müddetten beri musdarip bulundukları hastalıktan şifa bulamayarak vefat ettiler. Sıtma ve kuluçtan da mustarip idiler. Bunun haremlerde, Kudüs’te ve bazı şehirlerde birçok hayrat ve teberruları var idi. Söylendiğine göre aslen Rus olup Sultan Süleyman’a şehzadeliğinde takdim edilmiş. Sultan’ın hoşuna gittiği için onunla evlenmiş, nihayet merhume dilediği mevkiyi bu şekilde kazanmıştı. Padişaha o derece nüfuz etmişti ki birçok işlerin hal ve faslı bunun elinde idi. Bundan birçok çocukları meydana gelmişti ki onlar da Selim, Bayezid, Mehmed, Cihangir ve hanım sultanlardır. Anneleri hayatta iken çok iyi geçinen bu kardeşlerin, vefatından sonra aralarına nifak girdi. Bunun adının Hürrem Sultan olduğunu söylemektedirler. Onu çıldırasıya seven sultanın yüreği ölümü ile parçalanmıştır. Cenazesi vezirlerin omuzlarında Bayezıd Camii meydanına getirilerek büyük müftü, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin imameti ile namazı kılındıktan sonra yine büyük müftünün eli ile defnolundu.”
Pedro de Urdemalas (1552)
Kendini doktor olarak tanıttı, Mihrimah Sultan’ı tedavi etti
Pedro de Urdemalas, 1552 yılında, Kanunî devrinde, üç yıl boyunca esir düştüğü Türklere hizmet eden, bir süre de Kaptanıderya Sinan Paşa’nın (Sinanüddin Yusuf Paşa) yanında kölelik yapan bir İspanyol’dur. İmparatorluk başkentindeki mecburî ikameti boyunca ağzından dönemin İstanbul’unu, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki günlük hayatı, toplumsal olayları, bilimi, adalet sistemini ve idare şekillerini çağının tarihçilerinde rastlanmayan bir nesnellikle aktarır.
Kitapta, Türk donanmasına nasıl esir düştüğünü ayrıntıları ile anlatan Pedro, gemide mesleği sorulduğunda, (ailesinde bitkilerle hastaları tedavi edenler olduğu için) “doktor” olduğunu söyler. Böylece kürek çekmekten kurtulur. Eline geçen bir tıp kitabı sayesinde gemideki hastaların çoğunu iyileştirmeyi de başarır. Dahası Sinan Paşa onu yanına hekim olarak alır. O kadar ki, Sinan Paşa’nın abisi Rüstem Paşa’nın hanımı, padişahın kızı Mihrimah Sultan’ı da tedavi eder.
Pedro’nun kitabı 350 yıl boyunca Madrid Üniversitesi arşivinde kalmış, ancak 20. yüzyılın başında bir İspanyol bilimadamı tarafından şans eseri keşfedilerek gün ışığına çıkarılmıştır. Orjinal adı “Viaje de Turquía” olan seyahatname Türkçede “Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati” ismiyle yayınlanır. Kitapta yer alan Mihrimah Sultan’ın tedavisi ile ilgili notlarından birkaç cümle şöyle:
“Hastanın döşeğine yaklaştığım vakit, bir elinden başka her tarafının sırma sırma işlemeli bir çarşafla örtülü bulunduğunu gördüm. Uzatılan havluya ellerimi sildikten sonra nabzını yokladım. Becerebildiğim kadar Türkçe “öbür elini de ver sultan” dedim. Kocası, “Yeter artık, tek bir el bile yeterli” dedi. Ben bir yandan sultanı görmek arzusuna kapılarak bir yandan da giriştiğim işin icabı olarak, soğukkanlılıkla, hastaya, gene Türkçe “Dilini çıkar Sultan” dedim.”
Pedro de Urdemalas’ın notlarına göre Sultan, 12 gün sonra iyileşir ve Sinan Paşa’ya Pedro’yu azad etmesi için haber salar. Haziran ayında açılan donanma ile Urdemalas İspanya’ya döner.