Bale paramı Muhsin Ertuğrul’un ödediğini, sahaflardaki bir çuvaldan çıkan evraktan öğrendim

Bale paramı Muhsin Ertuğrul’un ödediğini, sahaflardaki bir çuvaldan çıkan evraktan öğrendim

Tiyatro ve seslendirme sanatçısı Aliye Uzunatağan, Kültür A.Ş. tarafından hazırlanan ve cumartesi günleri televizyon kanalı “A Haber”de yayınlanan  “Kültür Sanat Dünyası” programına verdiği röportajda, kendisi için çok değerli bir hatırasını da anlattı.

Çocukluğunda bale yaptığının hatırlatılması üzerine Aliye Uzunatağan, Rezzan Abidinoğlu Bale Okulu’nda 4 yıl bale yaptığını ve parasını Türk Tiyatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğrul’un ödediğini, yıllar sonra sahaflardaki bir çuvaldan çıkan evraktan öğrendiğini söyledi. Uzunatağan, “Ben bunu çook yıllar sonra öğrendim, çok duygulandım” dedi.

Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde hoş bir söyleşi

“Kültür Sanat Dünyası” programının 10. haftasında “Yaşam Kültürü” bölümünün konukları, tiyatro ve seslendirme sanatçısı, yönetmen Aliye Uzunatağan ile oyuncu kızı Ayşecan Tatari oldu.

Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde Melih Yahşi’nin sorularını cevaplayan Aliye Uzunatağan, tiyatroya başlayışının hikâyesini şöyle özetledi:

Saçlarımı kestirip erkek çocuğu kıyafeti giyerek ilk oyunumu oynadım

“İlkokul 3. sınıf öğretmenim, anneme ‘Aliye’nin çok güzel konsantrasyon gücü var’ diyor. O zaman bale yapıyordum. Annem de gazetede bir ilân görüyor, ‘Çocuk tiyatrosuna oyuncu aranıyor’ diye. Beni elimden tutup götürdü. Türk tiyatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğrul ve o zamanın Çocuk Tiyatrosu Bölüm Başkanı Ferih Egemen. Beni bir masanın üstüne çıkarttılar, ‘Hadi bize bir şiir söyle’ dediler. Söyledim ve o gün ‘Saçlarını bir karış (çok uzundu saçlarım o zaman da) kesersek üzülür müsün?’ dediler. Anneme baktım, annem böyle yaptı (Başını onay anlamında salladı), kesin dedik. O gün saçımı bir karış kestiler ve başıma bir kasket, bir erkek çocuğu kıyafeti giydirdiler ve ‘İnge abla, bana bir lokma ekmek verir misiniz’ repliğiyle “Güneş Batarken” adlı oyunda (bir yuva öğretmeniydi Nedret Güvenç), yuvadaki çocuklardan birini oynayarak başladım. İşte o gün bu gündür Şehir Tiyatroluyum.”

Annemin oyuncu oluşuna tepki gösterirken ben de oyuncu oldum

Kendisini önce annesiyle birlikte oynadığı “Evdeki Yabancı”, ardından da “Çocuklar Duymasın” dizisinde izleyip tanıdığımız  Ayşecan Tatari ise, oyunculuğa başlamasında annesinin etkisi olmadığını, kendisinin de oyunculuğu hiç istemediğini belirterek, bunun sebebini şöyle ifade etti:

“Çünkü küçükken annem evde olmuyordu, akşamları çalışıyordu, hatta tepkiliydim ben böyle; onu kuliste kostümle görünce ‘çıkar onları, benim annemsin!’ gibi şeyler yaşıyorduk. Sonra ne olduğunu bilmiyorum. Aslı Öyken vardı o zaman ve annemle bir iş görüşmesinde bana döndü, ‘Ayşecan, sen de yapmak ister misin?’ dedi. Ben, o ânı çok net hatırlıyorum ve ‘Evet’ dedim; ama ‘evet’ deyişimin sebebini bile hâlâ bilmiyorum. Ben, öyle başladım.”

Hoca-öğrenci değil, anne-kız ilişkisi içerisindeyiz

Ayşecan Tatari, oyunculuğu üzerinde annesinin etkisi olup olmadığına dair soruyu da cevapladı. “Çocuklar Duymasın” dizisinde oynarken bile yürüyeceği yolun bu olduğundan emin olmadığını dile getiren Ayşecan Tatari, “Çocuklar Duymasın bitti, sonra ben liseye devam ettim. Başka bir şey yapmadım ve lise bittiği zaman konservatuvara gittim ve yurt dışına gittim konservatuvara. Dolayısıyla benim oyunculuk öğrendiğim yılları birlikte geçirmedik biz annemle ve o da hep bu konuda çok profesyonel ve tatlı davrandı. Anne-kız ilişkisi içinde tutuyoruz, iki oyuncu, hoca ve öğrenci… (gibi değil).

Aliye Uzunatağan da bu konuda, “Prova dönemlerinde birbirimize hiç oyunla ilgili bir şey sormuyoruz, provayla ilgili; ancak genel provalarda. Meselâ ben Lillian oynuyorum şimdi bir buçuk saatlik. Ayşe genel provaya geldi ve beni eleştirdi. Bir düşündüm, eleştirdiği şeyler doğru. Yani ben de onun prova dönemine hiç karışmadım” dedi.

Çocukluğum kulislerde geçti

Ayşecan, annesinin, kendisini, ‘düşe kalka kendi yolunu bulması için kendi yoluna bıraktığını’ ifade ederken, Aliye Hanım da “Hep kulislerde büyüdü Ayşe” diye not düştü. Ayşecan da, “Bütün çocukluğum burada geçti; terzihanede, atölyelerde, grafik atölyesinde… Bütün çocukluğum… Burada Barbie’lerime kıyafet filan dikiyordum ben, terzihanelerde. O yüzden, burası bana çok sıcak ve samimi hisli geliyor. Hiç yadırgamadım” diyerek, annesinin düştüğü nota ilâvede bulundu.

Stella Adler’e girmek bir mucize oldu

Amerika’da eğitim gördüğü Stella Adler Konservatuvarı’na gidişini de anlatan Ayşecan, “Annem, Stella Adler’i yıllar önce okumuş ve metodunu çok benimsemişti. Bana dedi ki ‘Bak, böyle böyle; okulu var. Denemek ister misin?’ İsterim dedim. Herhalde itiraf etmem gerekirse, ikimiz de gireceğimi pek düşünmüyorduk o zamanlar. Zor bir okul. Sonra ‘audition’ çektik; hatta burda Harbiye’de, sahnenin üzerinde ve onu yolladık okula. İki hafta sonra filan da haberi geldi ve ben, Amerika’ya gittim, yaklaşık 3 yıl. Aliye Hanım da bu konuyu “Yani bir mucize oldu; çünkü o kadar az talebe alan bir okul ki, onun için hiç umutlu değildik; ama kazanınca delirdik tabi sevinçten” diyerek değerlendirdi.

Teknik gelişti, iyi oyuncular yetişti, çok parlak işler çıkmaya başladı

Geçmişte Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Yardımcılığı yapmış olan Aliye Uzunatağan, hem yönetici hem oyuncu bakış açısıyla geçmişle günümüzü kıyaslaması istendiğinde şu değerlendirmede bulundu:

“Benim geçmişim çok eski. Yani, Tepebaşı Dram Tiyatrosu; şimdi katlı otopark var yerinde. Yandı ne yazık ki. Ben, Darülbedayi kuşağının ardından gelen kuşakla; yani Vasfi Rıza’lar, Bedia Muvahhit’ler, Samiye Hün’ler… Müthiş bir kuşakla çalıştım. O zaman seyirci de çok farklıydı. Herkes böyle pırıl pırıl, en iyi elbisesini giyer, erkekler takım elbiseli filan gelirdi, seyirci. Fakat hiç suçlamıyorum bugüne geldiğimizde; çünkü o kadar hızlı bir hayat yaşanıyor ki şimdi, insanların işten çıkıp eve gidip giyinip gelmeye vakti yok. Onun için, ne varsa üstlerinde onunla geliyorlar. Yani hayat böyle, değişti; ama tiyatroda çok iyi oyuncular yetişti, teknik ilerledi; ışık sistemleri, görüntüler… Meselâ özel kumaşlar geldi. Meselâ bir tanesi ‘Sırça Hayvan Koleksiyonu’nda kullanılıyor. Teknik olarak, perdenin önünde, bir perde var fakat ışık yandığı anda, oyuncunun gözünden akan yaşa kadar görüyorsunuz. Müthiş şeyler gelişti. Hem malzeme olarak, hem ışık olarak, hem teknik olarak, hem de oyunculuk olarak. Çok iyi projeler çıkıyor. Özellikle şimdi Erhan Yazıcıoğlu ve bir grup arkadaşımız geldiler yönetime. Erhan, onlarla paylaştı çalışmayı ve çok parlak işler çıkmaya başladı. İyi bir dönemden geçiyoruz. Seyircimiz de, % 95 doluluk oranı, o da bizi çok mutlu ediyor tabi.”

Sırça Hayvan Koleksiyonu

“Bu benim Şehir Tiyatrosu’ndaki ilk oyunum” diyen Ayşecan Tatari de, bunun kendileri için çok anlamlı olduğunu belirterek, duygularını şöyle dile getirdi:

“Annem 52’nci yılını tamamlarken ben girdim ve ‘Sırça Hayvan Koleksiyonu’ gibi bir oyunda oynuyorum ve ben, çok şanslı hissediyorum kendimi; çünkü muhteşem bir ekiple çalışıyorum. Bütün tiyatronun da desteğini hissediyorum. Herkes kulise gelip, gözümün içine bakıp, oyunu izledikten sonra ‘hoş geldin’ diyorlar. Gerçekten çok hoş buldum ve çok mutlu ve çok şanslı hissediyorum kendimi. Laura gibi bir rolle başlamak, yönetmenim Yıldırım Fikret Urağ… Muhteşem bir yolculuk yaşadık onunla, el ele. Sevil Akı gibi bir oyuncu ile el ele oynuyorum; annemi oynuyor. Tanju, Edip, çok muhteşem bir ekibin içindeyim ve gerçekten kendim hayret edeceğim kadar şanslı hissediyorum kendimi ve gerçekten çok mutluyum ben, burada olduğum için.

Çok duygusal şeyler yaşıyoruz biz. Düşünsenize, şimdi benim annemi oynayan Sevil Akı, benim yaşımdayken annemin talebesiymiş ve ben, 2,5 yaşındaymışım ve aradan yıllar geçmiş, biz Sevil’le anne-kızı oynuyoruz. Annem geliyor, ikimizi birden sahnede seyrediyor. Bizim için yani tamamen bir duygusallık içinde yaşanıyor bunlar.”

Aliye Uzunatağan da, oyunun kendilerine yansıyan duygusal boyutunu dile getirirken, ilk provada oyunun başından sonuna kadar ağladığını söyledi. Aliye Uzunatağan, “Yalnız Ayşe değil, Ayşe ile beraber başlayan 2 tane genç delikanlı, Sevil öğrencim… Hepsi çocuklarım gibi, evlât oluyor hepsi” dedi.

Anne-kız ilişkisini hiçbir şeyin bozmasına izin vermek istemiyorum

Röportajda gündelik hayatlarından da bahseden Ayşecan, annesiyle birbirlerine çok düşkün olduklarını, hayatlarının evde iki tiyatrocu gibi değil, anne-kız olarak geçtiğini söyledi. Aliye Hanım da, genellikle 2 ayda bir, birlikte dışarıda yemek yediklerini ve baş başa sohbet ettiklerini belirterek, “O anne-kız ilişkisi, benim için çok değerli. Belki de evde oyun üzerine tartışmamamız bundandır; yani anne-kız ilişkisini hiçbir şeyin bozmasına izin vermek istemiyorum” diye konuştu.

Bale paramı 4 yıl Muhsin Ertuğrul’un ödediğini çuvaldan çıkan evraklardan öğrendim

Çocukluğunda bale yaptığının hatırlatılması üzerine Aliye Uzunatağan, programda kendisi için çok değerli bir hatırasını da nakletti. Rezzan Abidinoğlu Bale Okulu’nda 4 yıl bale yaptığını ve parasını Türk Tiyatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğrul’un ödediğini, kendisinin de bunu yıllar sonra öğrendiğini anlattı. Aliye Uzunatağan, şunları söyledi:

“Ben bunu çook yıllar sonra öğrendim, çok duygulandım. Rezzan Abidinoğlu’nda 4 sene bale yaptım ve bütün bunların parasını Muhsin Ertuğrul, yani Türk Tiyatrosu’nun kurucusu ödemiş. Ben bunu yıllar sonra, tiyatronun evraklarından bir kısmı, çuvallarla sahaflara gitmiş. Sahaflarda bir arkadaşım, bir çuval Şehir Tiyatrosu evrağı görünce almış ve içinden, Muhsin Bey’in benim adıma Rezzan Abidinoğlu dersanesine ödediği paralar (ödemelere dair kayıtlar) çıktı ve çok duygulandım bundan, çok duygulandım.”

Kendisinin resme de çok meraklı olduğunu belirten Aliye Hanım, bu merakını şöyle dile getirdi:

“Galerileri gezerim. Param olursa taksitle resim alırım. Tabi yani resim, çok pahalı bir şey. 17 yaşımdan beri resim biriktiririm. Hayat çok zorlaştı, artık pek alamıyorum. Şimdi de küçük heykel almaya başladım.”

Yönetmenliğini ve kurgusunu Nergis Özdemir’in, sunuculuğunu Melih Yahşi, Duygu Ardıç ve Özgür Bayraktar’ın yaptığı “Kültür Sanat Dünyası” programının videosunu, web sitemizin “Web TV” sayfasından izleyebilirsiniz.